DENEMELERİM
Deneme 1: GİRİŞ
Bu bölümde yazdıklarımı, bilmeyenler için yazıyorum. Ukalalık sanılmasın, bilen zaten biliyor. Bilmeyen de her şeyi bilmek zorunda değil. Merakını çekerse okur, çekmezse bir başka başlığa veya sayfaya geçer.
Deneme yazı türü, bir insanın herhangi bir konudaki duygu, düşünce ve görüşlerini paylaşmak için kesin hükümlere varma zorunluğu hissetmeden, samimi bir üslupla yazdığı yazılardır. Benim de kimseye bir şey ispatlama iddiam yoktur. Duyduklarımı, okuduklarımı ve inandıklarımı yazıyorum. Kafamın dışında hiçbir şeyi evirip çevirmeden, sadece içinde oynaşanları kâğıda döküyorum. Eskilerin deyimiyle, mükaşefe ettiklerimi paylaşıyorum. Muhatabım dostlarım, arkadaşlarım ve içtenlikle ilgi duyup okuyan okuyucudur.
Deneme 2: TAVŞANLI ARAŞTIRMALARI DERGİSİNE DAİR
Yaklaşık 9-10 yıl kadar önce, bilhassa kültürel konularda yollarımızın yer yer kesiştiği bir öğretmen arkadaşım telefonla beni arayarak – kısa bir hal -hatır sormadan sonra – Tavşanlı ilçemizin çok değerli bir kaymakamı olan Numan Hatipoğlu başkanlığında tarih ve kültür konularında bir komisyon kurulacağını, yöre tarih ve kültürü ile ilgili faaliyetlerde bulunulup dergi çıkarılması planlandığını, bu konularda ikamet ettiğim Bursa’daki Kütahyalılar Derneğinde ve memleketim Tavşanlı–Derbent köyünde yaptığım çalışmalarım gibi çalışmalarımla bu komisyona katkı sunmamı teklif etti. Ben de -benzeri sosyal dernekler ve aktivitelerde- çok çalışmakla birlikte, halen aktif olarak diş hekimliği mesleğine devam ettiğimden, Bursa’dan Tavşanlı’ya gelerek saha çalışmalarına ve komisyon faaliyetlerine katılmamın zor olacağını, bu nedenle komisyon üyesi olamayacağımı ancak mesaim dışında hazırlayacağım çalışmalarımla hazırlanacak olan dergiye katkı sunabileceğimi bildirmiştim. Tavşanlı’daki bu faaliyetler yıllardır devam ettiğinden, zaman zaman dergide yayınlananlardan geç de olsa haberdar oluyorum.
Aradan geçen zaman içerisinde normal şartlarda altı ayda bir çıkan derginin 16-17. sayısına gelinmesi gerekirken bir iki yıl önce ancak 8. sayının çıkabildiğini, bir vesile ile öğrendim. Zannederim aksayan bir şeyler oluyor ve dergi belirlenen sürede çıkmıyor. Belki araştırma yapılan konularda tıkanma var, belki başka bir nedenle… Nedenini bilemiyorum, açıkçası önceden kafa da yormadım bu konuya. 8. Sayıdan itibaren durumun farkına vardım (9. sayı çıkmış şimdi).
Kimse fikrimi sormadı ama, memleket benim de memleketim, derginin konusu benim ilgi alanımla ilgili olduğundan yayınının gecikmesi ve yazılanlar benim de merakımı çekmeye başladı. Eğer tıkanma faaliyet alanının darlığından kaynaklanıyorsa kapsam genişletilebilir veya katılımcı sayısı artırılabilir diye düşünüyorum. Bu fikrimi dergiyi yayınlayan gruptaki bir arkadaşımla paylaştım açıkçası. Cevaben, bu ilettiğim hususları yazabileceğim söylendi. Uygun görülür veya görülmez. Yazdıklarımı şu an okuyorsanız uygun görülmüş demektir, kendilerine teşekkür ederim.
Ortalama eğitim düzeyinde insanların kolaylıkla bildiği gibi dergilerde kullanılabilecek edebi türler çok çeşitlidir. Değişik şiir türleri olduğu gibi olay, fikir ve düşüncelerin anlatıldığı masal, efsane, mitolojik hikâye ve diğer hikâye türleri, biyografi türleri, seyahat yazıları, bildiri, röportaj, makale, sohbet ve köşe yazısı ve deneme yazıları gibi birçok düz yazı çeşidi olabilir. Romanlar uzun olduğundan, konumuz da dergi olduğu için uymaz. Tavşanlı ve çevresi bu konularda çok zengin potansiyele sahip bir yer. Yöre ile ilgili bana göre mitolojik hikâyeye benzer yazan yazarlar var. Yetişmiş insan gücü yüksektir, çok duyarlı eğitimci öğrenci ve halk kitlesine sahiptir. Derginin ayrıca internet yoluyla evlere kadar sokulması da çok isabetli olmuş. Devir internet ve akıllı cep telefonu devri. Bu fakirin web sitesi bir ilgi görüyor, şaşarsınız. Bilmem ne üniversitesinden bir profesör, yurt içi ve yurt dışından bilmem ne şehrinden arayan ve e-posta gönderen avukat, doktor, öğretmen ve diğer meslekten insanlar ve en güzeli öğrenciler var. Kitap alıp okumayan insanlar burada cirit atıyor, şaşar kalırsınız. Oğlumdan ötürü biliyorum, kitap bastırmak ve satışının olmasını beklemek dertli bir iş. Çok kısıtlı sayıda basılıyor. İkinci baskı mafiş, Arap’ın tabiriyle. Akıllı adam işi değil, tutarsa bu işin kaymağını kitabevleri yiyor zaten. Oysa sanal dünya ayrı bir dünya. Böyle bir memlekette yaşamak çok güzel geliyor insana, bu ortamı görünce. Tüm memleketimin insanları burada. Zekâ, değişik çevre şartlarına uyma kabiliyeti diye tarif edilir. Zeki Türk milletini, bu dünyada bir görün. Bir de Facebook’un çat kapı içeri dalan canavarları olmasa! Çamaşır suyu reklamlarında tuvaletlerden çıkanlar gibi… Canını sıkıyorlarsa, reklamdaki gibi bas butona, gitsinler. Tabi, her nimetin bir külfeti var. İnternet ortamında da bunlarla karşılaşılabiliyor insan.
Deneme 3: BANA DAİR
Kulakları çınlasın ve Allah uzun ömür versin ona. Tavşanlı’nın yetiştirdiği ve 1966 yılından itibaren Tavşanlıda orta öğrenim görmüş tüm öğrencilerin hafızasında büyük yer tutan ve hayatlarını şekillendiren bir edebiyat öğretmeni var; Esma (Börek) Canıaz. Yaklaşık elli yıl Tavşanlı’nın eğitim hayatına yön vermiş, öğrenciler yetiştirmiştir kendileri. Dede, nine yaşında dahi öğrencileri olan bu öğretmenin ilk öğrencilerindendim. Tavşanlı’da lise öğrencilik yıllarında yazdığım kompozisyonlarımı değerlendirirken, kırmızı kalemle övgüler düzer ve beni tarihi hikâye veya roman yazmaya teşvik ederdi hep. Sevdiği bir diğer öğrenci de şimdi Orman Yüksek Mühendisi olan Dedeler Köyünden İsmail Sönmezışık’tı. O da hikayeler yazıyor bildiğim kadarıyla. Liseden mezun olduktan yaklaşık otuz beş yıl kadar sonra yazmış olduğum ”İstiklal Savaşında Derbent Köyü” adlı yazımdan sonra bu öğretmenimle yollarımız tekrar kesişti. Yıldız Kolejinde beraber çalıştığı memur Yasin Karaaslan arkadaşıma benden övgü ile bahsederek beni anlatmış. Tavşanlı-Derbent’li İstiklal Savaşı şehit torunlarından olan Yasin’den bu çalışmamı alıp okumuş Esma Hocam. Bir öğrenci mahcubiyetiyle hakkımda anlatılanlardan heyecanlandım, utandım ama çok gururlandım. Utanmamın nedeni, ben böyle bir öğretmene nasıl vefasızlık yapıp bunca yıl hiç aramadım diye düşündüğümden. Bir öğretmen çok eski bir öğrencisini, nasıl yıllar önceki haliyle hatırlayabilir? Bunca yıl, bunca öğrenci yetiştirmiş bir öğretmenin on binlerce öğrencisi ve bu öğrencileriyle on binlerce hatırası olur herhalde. Benim ne özelliğim var ki bunca öğrenci arasından bunca yıl sonra hatırlanıyorum? Bu kadar yılın bunca sayıda öğrencisini Esma Hocam yüreğine nasıl sığdırabildi diye hayretler içerisinde kaldım sonra. Gariplik bende değil, Esma Hocada diye düşündüm açıkçası. Allah var o öyle bir öğretmenmiş. Allah onu hiç bunaltmasın.
O yıllarda (2005 yılı) diş hekimliğimin ve uzun idarecilik dönemimin otuzuncu yılı idi. Sonunda ben -ekmeğini yediğim Bursa’ya- benden istendiği kadar hizmet ettim dedim kendi kendime. Kamuda da olsa özelde de olsa hekimlik kamu hizmeti sayılıyor, başka mesleğe benzemez. Şimdi doğduğum topraklara vefa borcu ödeme zamanım diye düşündüm. Bu düşüncenin oluşma sebebi; uzun yıllar kapalı bir toplum olan Tavşanlı insanı karnını kendi bölgesinde doyurabildiğinden olsa gerek, dışarıya göç etmiyordu. Yıllarca oturduğum ve çalıştığım Bursa şehrine hemşerilerimiz sadece gezi ve alışveriş amacıyla ve hastalıkları nedeniyle gelirdi. İşimiz ve çevremiz gereği hastalık nedeniyle gelenlerin dertlerine derman ve aracı olur sonra geri gönderirdik. Gelenler ekseriyetle çalıştığım SSK hastanesine gelirdi, ben de orada yönetici idim. Memlekette öyle insanlarla karşılaşmışız ki, yardımım olmuş, çoğunu hatırlamıyorum bile. Memuriyetten ayrılındıktan sonraları, bu kere ilave olarak iş aramak için gelmeler başladı Bursa’ya. O günlerde köyümüzün eski muhtarı Emin, önüne kattığı iş arayan köylü gençlerle geldi. Önceleri memleketten iş talebiyle tek tük karşılaşıyordum. Genellikle iş arayanlar Bursa’daki yakın çevreden çok oluyordu. O gün hayatımın kendimi en çaresiz hissettiğim günlerden biri oldu. Önceden söz vermediğim halde talebe yeterli cevap veremeyince onlar hayal kırıklığına uğradı, ben kendimi çok kötü hissettim. Boyun büküp gelen insanların hepsine iş bulmak imkânsız. Dere aynı dere ama su aynı değil. Ben eski çalıştığım yerlerden ayrılmışım. Benim fabrikalarım da yok işe alayım. İnsanoğlu işi görüldükçe iş görürmüş. Dostluk mostluk, arkadaşlık hikâye imiş geç anladım. Benim imkanlarım kısıtlı kaldı. O gün bir hayat dersi daha aldım çaldığım kapılardan. Bir daha aynı nedenle kimseye ne kapımı araladım ne de kimseyi aradım, mahcup olmamak veya geri çevrilmemek için. O yıllarda her atılan topu tutmak zorundayım zannediyordum. Fıtrat zor değişiyor. Öyleyse böyle iş için gelen kişilere imkân yaratarak onları kendi yurtlarında tutmak ve göçü önlemek lazımdı. Kendimi sorumlu hissettim. Önce yöreyi onlara cazip hale getirmek gerekiyordu. Web sitemin girişinde, bu düşüncemin ana fikri olan giriş yazısı hala o günlerin anısı olarak durur. Neler yapabilirdim? Düşündüm… düşündüm. Bu nedenle ben yöre kültürüne ve tarihine bir araç olarak dört elle sarıldım. Birçok radyo ve tv programına bu amaçla katıldım.
Yöre insanının uzun yıllar Tunçbilek ve çevresinde çok kolay doyduğu için teşebbüs ruhunu kaybettiğini, azıcık yetenekli şahısların dahi kolayca para kazanabildiği gördüm. Tunçbilek’in birçok iyiliğine rağmen, yöre insanını uçma yeteneğini yitirmiş tavuğa veya ördeğe dönüştürdüğü kanaatine vardım. Ortada bir köy ve köylü ile eskisi gibi ekilip biçilmeyen geniş bir arazi vardı. Eski deyimle kır Devrant ve Devrantlılar. Uzun yıllar önce okuduğum ve çok etkilendiğim bir kitap vardır. Şevket Süreyya Aydemir’in, “Toprak Uyanırsa” isimli kitabı. Bu kitap benim başucu kitabımdır, Sun Tzu’nun Savaş Sanatı kitabı gibi. Daha çok başucu kitabım var ya! Bir işi hedeflediğimde ona ulaşmak veya bir sıkıntımı gidermek için hep bu gibi kitapları okurum tekrar tekrar. Bunlar, benim bileyi taşlarımdır. Bunlarla bilenirim. Sorunlara hep bir çıkış yolu bulurum, bunları okurken. Hedefim köyde sulu tarıma geçmek, geç turfanda meyvecilik ve ev tipi hayvancılık yaparak her evi küçük bir işletme haline getirmek, şehirdeki zorunlu harcamaları yapmadan az parayla köylünün köyünde geçimlerini sağlamak. Sonunda, kitapta (Toprak Uyanırsa) geçen Keltepe Köyünü, Keklikpınarı Köyü yapma projesi. Keltepe Köyü, romanda geçen köyün önceki halidir. Büyük emekler sonucu Keklikpınarı haline dönüşür.
Köyden gelen bir çocukluk arkadaşım Mehmet Ali Eroğul’un Ziraat Mühendisi oğluna bunları açtım. Ziraat Mühendisi ama yapacak işi yok, iş arıyor. O başka şehirlere gitti sonunda, serbest olarak mesleğini yapıyor şimdi. Beni dinledi, başını kurtardı. Ben ise başı keltepe olan (köyün üst tarafı ağaçsızdır) Derbent Köyü ile baş başa kaldım. Tavşanlı Tema Vakfı Temsilcisi Fevzi Coşgun ağabeyimle bunun planını yaptık ama tamamlayamadık, malum sebepten. Beni çok destekledi başka konularda, bizzat gelerek.
Önce köyümdeki bu insanları çocukların oynadığı gibi onlarla oyunlar oynayarak, onlarla diyalog kurup, birlikte iş yapmaya ikna etmek gerekiyordu. Bunun yolu, onları -elli yıl öncede kalmış- sadece yaşlıların bildikleri eski oyunlar ve türkülerle anaokulu, ilkokul çocuğu gibi oynatarak işe başlamak. Hipnozda da bu metodu çok kullanırız, çocukları tedaviye iknaya çalışırken. Metot şu: Onun seviyesine in, onun gibi davranıp dikkatini üzerine çek, gönlünü kazan, seni takip etmesini sağla, sonra istediğini yaptır. Bu metodun iyi özelliği, kötü amaçla kullanılamamasıdır. Amacın kötü olduğunu sezen takibi bırakır. Genç nesile de oyunları ve eski kültürü büyükler aracılığı ile öğretmek, diyalog sağlayarak zaten kolayca becerebilecekleri küçük tarım ve hayvancılık işletmesi ile birlikte ilaveten, burayı turizme açarak, bildikleri ile ürettikleri ürünleri dıştan gelen ziyaretçilere pazarlamak. Neler oynadılar neler sonra şenliklerde. Mert, taş dikme, kaldırgeç, gıncırdeyik, al alma al kılıç, deve oyunları, Arap oyunları (seyirlik halk oyunlarının türlüsü), kılıç-kalkanla kuruluş ve kurtuluş canlandırmaları vs vs. Gelen ziyaretçilerin vakit geçirmelerini sağlamak köylüye sevdirerek para kazandırmaktı amacım ama bizimkiler gelenlere ”bedave, bedave ” diyerek her şeyi ücretsiz verdi. Köyümüz o yıllarda Tavşanlı’nın örnek köylerinden biri seçildi. O zamanlara kadar köy kızları, kına gecelerinde Tarkan’ın şarkılarıyla yerel oyunları oynuyorlardı komik, komik. Halbuki bizde ne türküler ve oyunlar vardı eskiden. Hepsini gün yüzüne çıkardık birer birer. Katılımcı sayısını artırmak için ilahi koroları da kurduk. Köyümüzün kadınları görev kabul ettikleri bu işi seve seve yaptılar. Köylü inandığının peşinden tereddütsüz gidiyor. Sadece iyi niyetine inansınlar yeter. Onları “örtmeli mühendislerim, siz erkekleri geçeceksiniz” diye teşvik ederdim.
Köyümüz, tarihi ve kültürel yönden zengin bir laboratuvar gibidir. Kuruluş ve Kurtuluş Dönemi ile ilgili her öğe var. “Kuruluş ve Kurtuluş Kösemihalgazi Tarih Kültür Sanat ve Spor Şenlikleri”ni yapmaya bu nedenle karar verdim.
Ben kendini yetiştirmiş olduğuma inanırım; eşim ve çocuklarım da öyledir . Ailemle, yakın çevre ve arkadaşlarımla, köylümle bu işi kıvırırım dedim. Kolları sıvayıp derhal işe başladık. Belirli zaman sonra öğretmenim Esma (Börek) Canıaz ile bunları paylaştım ve kendisinden şenlikte misafirim olmasını, Bursa’dan gelecek akademik çevreden üniversite hocaları ile birlikte bir konuşma yapmasını istirham ettim. Aylarca uğraştım, önüme çok engeller çıkarıldı. Bazı çevrelerin yüzüme gülüp, arkamdan “Bu adam ne yapmaya çalışıyor” dediklerini duyuyordum. Öküz altında buzağı aradılar. Buzağı yok ama yerel kafaya anlatamıyorsun ki! Defalarca beni ortada bıraktılar süreç içinde. Söz verdikleri mehteri bana değil Pazarlar’a, folklor ekibini Keles’e gönderdiler. 2005 yılında şenlik öncesi bunaldığım bir gece Esma Hocamı Bursa’dan telefonla aradım. Engellemeleri anlattım, karşılıklı ağlaştık, dertleştik. ”Hocam! Şu an muayenehanemdeyim. Saat, akşamım dokuzu. Karşımda Uludağ var. Bu Uludağ’ın üstüne bir dağ daha koysalar kaldırmaya gücüm yeter. Bu işin altında kalmayacağım” dedim. Beni teselli etti. Üç ayda on bir kilo verdim koşturmaktan. İki yıl üst üste jandarmanın tespitlerine ve bizim tertip komitesinin hesaplarına göre altı bin ve on bin kişilik şenlikler tertipledim. Dönemin Tavşanlı Kaymakamı beni çok destekledi, kurumlar arası iş koordinasyonunda bir dediğimi iki etmedi. Onay almak yetiyordu, ilgili kuruluşlar zaten köye yardıma hazırdı. Eski Muhtar Emin ve dönemin muhtarı Ahmet’i ve köyün ihtiyar delikanlılarını çok koşturdum. Köyün halk önderi Tahir’a ve Şeker’a hep yanımdaydı. Müftü destek olmadı, bana akıl vermeye kalktı. Şenliğe gelemeyeceğini bildirdim kendisine. Engellemelere, yan çizme diye değerlendirdiklerime karşı sert tepkilerim oldu. Benim kabaca üç-dört türlü kişiliğim vardır. Bunlar; evlat ve aile reisi halim, hekim halim ve yönetici halim. Yönetici halimden ben de pek hoşlanmam. Hamamda deli var sonuçta, katlanacaklar yaptıklarıma. Ya severek yapacaklar ya da kerhen. Köy imamı Beyti Pınar hep yanımdaydı. G.Lİ. Orman Teşkilatı, Köy Hizmetleri, Karayolları Şantiyesi hep yanımda oldular. Karayolları şantiyesinin greyderleri ile Köy Hizmetlerinin araçlarıyla orman yollarımızın bakımını yaptık. Orman ve köy yolları yüzüne bakılır hale geldi. Her yer cilli gibi oldu. G.L.İ.’nin sondaj makinaları ile onlarca kuyu açıldı. Çeşme ve tulumbalar, rüzgâr gülleri yapıldı. Suyu çıkarınca köylüm traktörlerle orayı bayram yerine çevirdi şenlik öncesi. Şenlik alanı beş yıldızlı otel konforunda hizmet verdi. Önlük, bone, eldivenle servisler yapıldı. Tuvaletlerde su, tuvalet kâğıdı, seyyar lavabo sistemiyle fısfıs sıvı sabun, kâğıt havlu konforu vardı. Kırk kadın şenlik alanında envai çeşit gözleme yaptı ve sipariş veren misafirlere ”bedave, bedave ” diye dağıttı beş bin gözlemeyi. Buradan geçen yolcuları doyurma ile yüzlerce yıl görevliliği genetiğine kazınmış insanların torunları başka nasıl yapar ki? Şenlik bahanesiyle ve şenlik sırasında çok şeyler yaptık. Web sayfamda resimleri durur hala. Ara sıra bakarım. “Adeta dağ başında resim sergileri, Türkiye’de ilktir” dedi Kütahya Kültür Müdürü. Çok kıymetli akademik çevre ve çok seviyeli misafirlerimiz oldu üniversite hocalarından; konuşmalar yaptılar. Bursa Masterlar Derneği atletleri kır koşuları yaptı ambulansların tıbbi gözetiminde. Nefis folklor gösterileri yapıldı. Kütahya’nın çok özel yerel kıyafetleriyle defileler vs. yaptı köy kızlarımız ve yaşlı kadınlarımız. Ulusal gazete ve televizyonlarda köyümün eli kılıç-kalkanlı göğsü bayraklı şalvarlı kadınları boy gösterdi. Küçücük bedeni topal ayağıyla baş seymenim Huriye ablamı nasıl unuturum? Allah rahmet eylesin. Mizansene uygun olarak şenlikten on beş gün sonra kahveye gelip önemli bir şahsa posta bile koydu şaşarsınız; sağlık ocağının tekrar açılması için. Hepsi hazır asker. Emret gerisini düşünme. Engellerin hepsinin alternatifini fazlasıyla koyduk. Hala, arkadaş ve dost çevremiz, ağızlarına çaldığımız bir parmak balı anıyor. Ne mutlu! Ben de az megaloman değilim hani(!). Bu arada -yerel kafa nedeniyle – istenmeyen şeylerle karşılaşıyor insan. Vurup da kıvırıveririz diyenler çıkıyor, burayı paylaşamayanlardan birileri. Dostumuz Moymullu bir öğretmen hanım Tavşanlı’da minibüste duymuş. “Ne olur! Vazgeç doktor bey” dedi telefonla. Kim takar. Koca gövdesiyle gencecik Mamı Ahmet Demir benden habersiz bana koruma olmuş, etrafımda pır dönüyor. Uzaklaştırmak mümkün olmadı. Köylü delikanlılar organize olmuş güya beni koruyorlar. Sanki harp var. Aslında Jandarma, izinsiz kuş uçurtmadı. Kimsenin bir şey yapmaya kalkabileceği yok. Şükür her şey çok güzel oldu. Fikir çatışmaları olabiliyor ama sabırla aşılıyor her şey. Bir şeyleri alıp kaçacağız zannettiler. Her şey yerli yerinde, kimse oradan bir şey alıp gitmedi, kimse buzağı peşine de gitmedi. Eskisi gibi yine her şey. İnsanlar bunu anladı sonunda. Her iki köy, yüzlerce yıl olduğu gibi (Derbent ve Merkezyeniköy birlikte kardeş kardeş şenlik yaptık. “Ercebim(Recep’im) gel bi sarılıverem kaaşım (kardeşim)” diyen büyüklerimiz komşu Merkezyeniköylü teyze ve ablalarımın övgüleriyle karşılaştım. Bizim insanımız sevdiğini bağrına basıyor. Onlarla birlikte olan anam çok kıvandı benimle. Eşmealanı tarlalarında birlikte aş ekmek yedik alanlarda, onlarla. (Alana inmek, ektiğini yolarak ve biçerek harman yerine kaldırma işidir). Ben biliyorum ki bu iki köy tarihte birlikte yaşadı. Tarihleri bir. Birlikte bu topraklarda çok acı çektiler, birlikte sevindiler ve övünçle yaşadılar. Şimdi iki ayrı köy gibi ama, geçmişleri bir. Ben bunu çocukluğumdan bu yana yaşayarak mükaşefe ederek biliyorum.
Bunu takiben Uludağ Üniversitesinde ”Osmanlının “Kuruluş Dönemine Yolculuk (Kösemihal ve Harmankaya)” konulu bildiri sundum bir kaç ay sonra.
On yıl içinde bir plan dahilinde” İstiklal Savaşında Derbent Köyü” isimli çalışmam ile birlikte birçok yere, kişiye ve makama ulaşarak onları Derbent şehitleri için bir şeyler yapmaya ikna ettim. Davamı, onlar kendi davaları haline getirdiler. Eski Akparti İlçe Başkanı Mümtaz Serdaroğlu’na, Ramazan Aydemir’e özellikle teşekkürlerimi sunarım. Onların hakkı ödenmez. Derbent Şehitliği, Derbent Şehitleri Müze Evi (Uyuzlunun Evi) ve İstiklal Savaşı Anıtı yapımının her aşamasında açık ve örtülü hem önderlik ettik, tıkandıkça binbir yolla yolu açtık. Bir müddet sonra artık bu dava ilçemizin ve ilimizin davası haline geldi. Tavşanlı Havalisi ve Derbent Şehitler Derneğinin (TAVDER) kuruluş aşamasında da önderlik ettim, tüzüğünü hazırladım. Kurucular kurulunu oluşturduk. Bu işler şahsi gayretle olur ama kurumsal yapıya dönüştürülmezse yok olur gider. Eski zaman düğünlerindeki seymen alayı yürüyüşü gibi, eski köy düğünlerindeki sarhoş düğüncüler gibi, düşe kalka, ileri, yana, geri gidip tekrar ilerlendi. İki günde tamamlanabilecek işleri bitirmek, bazen aylar sürdü. Her tarafta çarklar çok yavaş dönüyor. Hırsından çatla, ikiye bölün faydasız. TAVDER Dernek Başkanı Tahsin ve eski muhtar Ahmet süreci bir anlatmış olsa! Onları çok koşturdum, çok bağırıp çağırdım, üzdüm işler yavaş gidiyor diye. Ben canı çıkık biriyim, yerelde ise işler başka yürüyor. İnsanların üstüne ölü toprağı serili. Haklarını helal etsinler. Kimseye şahsi bir tavrım yoktu, hepsi bu işle ilgiliydi huysuzluklarımın. Derneğin web sitesini oğluma hazırlattım.
Çok şükür, her şey bitti. Artık Tavşanlı’nın 18 Mart Şehitler ve Gaziler Haftası törenlerini köyümüzde resmi heyetle, halk birlikte kutluyor. Emet-Cevizdere Şehitlerine gösterilen vefa Derbent şehitlerine de gösterildi sonunda. Anıt, Şehitlik ve Müze Ev açılışına çağrılmayı unuttular beni. Aradan çok zaman geçti. Arkadan gelenler öne çıktı, beni kazıyan olmadı. Sel gider kum kalır misali ben yine orada tören alanında olacağım. Ben iş hayatında hep kadir bilir olmaya özen gösterdim. Kurumlardan emekli olup gidenleri hep el üstünde tutmaya gayret gösterdim. Yöneticilik yaptığım yerlerin, önce geçmişini öğrenip işe koyuldum hep. İnsan çağırılmayı bekliyor. Ben olmasaydım bu iş bir seksen yıl daha bekler, kimsenin aklına bunları yapmak gelmezdi. Neyse.
2003 yılı Nisan ve Mayıs ayında önce web sitemde araştırma yazıları bölümünde ve Bursa Kütahyalılar Derneği Yayınlarında (Kütahya Araştırmaları) çalışmalarımdan iki yazım yayınlandı. Bu çalışmalardan biri Tunçbilek Karakol Komutanlığı görev ve sorumluluk alanı içindeki köy ve beldeler hakkındaki “Bursa’ya Komşu Kütahya İli Tavşanlı İlçesine Bağlı Bir Bölüm Köy ve Beldelerin İncelenmesi” isimli çalışmamdır. İltizam sistemindeki mültezimin vergi toplamada yetki sahasındaki köyleri kapsayan bir çalışma. Bu sistem kalkınca zannederim Zaptiye teşkilatı da aynı köylerin asayişinden sorumlu olmuş. Şimdi de Jandarma teşkilatı bu görevi devralmış. 17 köy ve iki belde ile ilgili 2003’teki ilk çalışmayı o nedenle yapmıştım. Karakol komutanı o zamanın muhtarı Emin’den rica etmiş, o da benden istemişti. Neden istediler bilmiyorum. Ben de çalışmayı ilgililer ve Tunçbilek Belediye Başkanı Mutahhar hocamla paylaştım. O zaman bu çalışmam yörede çok etkili oldu. Birçok benzer çalışmaya öncülük etti. Kısa zamana sığdırılmak zorunluğu ile, çok kısıtlı kaynaklara rağmen eksik ve yanlışları ve acemiliklerim olsa da iyi niyetle yapılan bir çalışmadır. G.L.İ. tarafından yerinden kaldırılan Ömerler ve Beye köyleri nedeniyle tarihe not düşülmüştür. Ömerler Köyünde -eski köy yerinde- çeltik ekiminin yapılmasını yazmış olmam hayret uyandırmıştı o dönemde. Benimle dalga geçildiğini duyuyordum. Halbuki kaynağını vermiştim. (Hüdavendigar Livası Tahrir Defteri. Birçok kişi bu kaynağı sonraları kullandı). Ömerler’de pirinç tarlası ne arıyor dediler? Gürağaç ve Kayaarası Köylerinin tarihi hakkında; Eskiden bir başka yerde Şeyhler Köyü olarak, oradan geçen tarihi yol üzerinde ve Ala Sultan Türbesi civarında birlikte bulunur iken, sonra ayrı yerlerde kurulması konusu, mevsimin kış ve yerel desteğin bulunamaması nedeniyle eksik kalmıştır. Gürağaç Belediyesi bana göre duyarsız davrandı. Tabii ki yanlışlarım da oldu. Ben peygamber değilim sonuçta. İş yapanın hatası olur, iş yapmayanın hatası olmaz. Kendi köyüm olan Derbent’in eski kuruluş yeri ve adı ile ilgili yüzlerce yıllık sürede yaşananlar nedeniyle bana göre var olduğu aşikar olan bilinenlere, var olan kaynaklardan ulaşamadığım için eksik kaldı. Birçok eksiklik yıllar içinde giderildi. Neticede hikâye yazmıyoruz. Yüz yıllık süre zarfında bile ülkemizde bin bir olay yaşanıp, değişim olurken, önceki altı yüz yılı eksiksiz ortaya çıkarabilmek hayatın doğal akışına aykırı idi ama eksiklerimi tamamlayacağımdan emindim. Azimli sıçan (fare) tahtayı deler sonuçta. Komandoların deyişiyle imkânsız yoktur, sadece zaman alır, denir. Sadece zamana, teşvike ve amiyane tabirle gaza ihtiyacım vardı.
Derginizin 8. sayısında yayınlanan bir yazıda kardeşim Ahmet vasıtasıyla köyümüze çok yakın bir köyün ”Eşen Derbendi” olduğu ile ilgili bilgiye ulaştım. Tavşanlıdaki araştırmacı yazar bir arkadaşımdan bu yazının kopyasını e-posta yoluyla aldım. Osmanlıca yazı net okunmuyordu. Orijinalinden buldum arşivlerden. Bir yerde adıyla gerçek bir derbent varken (Derbent Köyü), buna en yakın derbent, menzil veya zaviyenin -binek veya yaya sekiz saatlik yürüyüş mesafesinde- (yaklaşık 40 km yarı çaplı çemberin çevresinde) ve derbent olmaya uygun özellikte bir yerde derbent teşkilatı olabilmesi mümkünken, dokuz km. mesafede, Karayüksek yoluyla daha kısa mesafede, ayrı bir derbendin olabileceğinin düşünülmesi rasyonel görünmedi bana. Kısaca; Eşen’de, derbent olamazdı bana göre. Sadece iki köy arasının Karayüksekten geçen tarihi yoldan 7-8 km uzakta olması, en büyük olmama nedenidir. Osmanlı ciddi bir devlettir. Derbent teşkilatı kurulmasının birçok kriteri ve prosedürü vardır. Birçok kriter ve prosedür yerinde etüt edilerek, merkezi otorite tarafından derbent teşkilatı kurulur. En küçük ayrıntıya önem verilir ve sadece orasının bağlı olduğu yerler değil tüm çevre nahiye ve sancakların ilgili vilayetin, merkezi hükümetteki başdefterdarın bilgisi, onayı ve koordinasyonuyla bu iş gerçekleşir. Sadrazam ve padişah emirleri ve talimatları göz önünde bulundurulmak zorunluluğu vardır. Osmanlı yüzlerce yıllık geçmişi ile olan biteni bulur, bilir ve bu işin gerekçesinde kullanır. Üç yüz yıl sonra evraka bakıp ben öyle zannettim deme lüksümüz yok. Her yönüyle değerlendirip emin olmadan kurşun atmak yok. Yanlış kuşu vurursun.
Tavşanlı-Derbent’e en yakın menzil veya konak yeri, yaklaşık 35-40 km.’lik mesafedeki Keles-Menteşe Köyündeki “Kervan” denilen yerdir. Kütahya yolunda benzer yerler var, eski Doğanaslan Karakolu civarı gibi. Bu karakollar tesadüfü kurulan yerler değil. Tavşanlı’nın Üyücek, Çakrıcak ve Çakıllı Köyleri de Derbent’e yaklaşık 35-40 km. mesafededir. Bu köyler Manisa-Salihli köylerine giden eski Yörük göçyolu üzerindedir. Hüdavendigar Valisi Ahmet Vefik Paşa döneminde iskân edilmişlerdir. Oraları da insana uzak Allah’a yakın, ıssız yerlerdendir aslında.
Derbent üzerinden İzmir tarafına giden ticaret yol güzergahı Sülye – Emet üzerindendir. (İznik, Bazilika, Malagina Orinas, Aletina Akrakos yolu). Bu yol Anna Komnenanın günlüğünde “Alexiad” da geçen yolu takip eder, 2004 yılında yazdığım ”Düşte Uludağın Ardına Tarihi Yolculuk” isimli yazımda bahsi geçen yoldur. Emetlilere göre Sülye- Emet ve Eğrigöz Dağından Salihli’ye geçer ve bu yol bu gün bile Yörükler tarafından hala kullanılırmış. Emet’li araştırmacıların bu yaz Eğrigöz Dağına davetine şimdiden teşekkürler. Onlarla yaptığım ön görüşmede bu yolla ilgili sezgilerimin doğru olduğu kanaati oluştu bende. Ali Duyan hocama teşekkürler. Ege diyarına giden eski yollar üzerinde Emet cıvarından bir sonraki derbent yeri, Şaphane-Karacaderbenttir. (Evliya Çelebi yolu araştırma gurubu, Evliya Çelebinin Seyahatnamesindeki bu derbenti bulamamışlar. Yakınındaki Karamanca’yı Karacaderbent zannetmişlerdir). Sonra sırasıyla Uşak -Derbendi, Salihli -Derbendi, Turgutlu -Derbendi olarak İzmire ulaşır bu yol. Denizli-Aydın istikametinde ise, eski Kula Eşmede bir derbent olduğunu öğrendim, Alaşehir’de Uluderbent ve Buldan -Derbendi vardır. (Derbent deresini duman bürüdü türküsü, Buldan- Derbenti ile ilgili bir ağıttır) Bursa- Derbent arasındaki ticaret yolu güzergahını 2005 yılında ”Osmanlının Kuruluş Dönemine Yolculuk -Kösemihal ve Harmankaya ”da yazdım. (Bursa Belediyesi bir çok yayınında bu bilgileri kullandı.)
Derginin 8. sayısında çıkan ”Eşen Derbendi ”yazısı vesilesiyle, bu konuda tekrar yaptığım araştırmada, 2003 yılında Derbent köyü tarihi ile ilgili eksik kalan hususları gün yüzüne çıkardığımıza inanıyorum. Bu çalışma ile birlikte 2018 yılında kızım Av. Bennar Aydoğdu tarafından hazırlanıp -onun da doktora programı nedeniyle- halen yayınlanmamış olan “Osmanlı İmparatorluğunun Devlet Teşkilatının Bir Unsuru Olarak Derbent Teşkilatı” adlı çalışması eş zamanlı yürüdü. Tarihe not düşecek çok önemli bir çalışma oldu, Osmanlı Devlet Teşkilatı Bölümü öğretim üyelerince takdirle karşılandı. Yazarı olan Av. Bennar Aydoğdu’nun izniyle bu yazıyı sitemde yayınlamayı düşünüyorum. Benim bu konuya tekrar yönlenmeme sebep olan, bu dergiyi hazırlayıp sunanlara şükranlarımı sunarım. Bence bunlar, gelişmeyi hızlandıran katalizörlerdir. Birçok kişi bu konulara emek veriyor. Herkesin analiz ve sentez yeteneği, sezgileri ve alanı farklı. Farklı bilimsel disiplinlerden besleniyoruz. Ama bu işler tek bir vesikaya bakarak olmaz. Bu işte birçok bilimsel disiplinden istifade edilebilir. Dedektif ruhlu, kurmay subay ruhlu olmazsan gerçeği bulamazsın. Geçmişte faili meçhul birçok cinayetin faillerini bulmak bugünkü imkanlarla çok kolay. Tarihi olayları aydınlatmak da öyle. Dün Ahıdağı’ndan Nazifpaşa Derbendinden Kurşunlu’ya doğru indim. (Bir askeri birlik veya bir aşiret yürüyüşü ile hangi yollardan, duraklardan geçip Domaniç dağını aşacağını bilmek hiç de zor değil. Oradan ister Bilelik’e, ister Taşköprü’den Alehina’ya ve Akrakos’a veya Balıkesir tarafına git sorun değil) araştırmacı araziyi bilmeli.
Diş hekimlerinin yaptıkları meslek gereği birçok bilimsel disipline aşina olması gerekir. En düşük eğitim seviyesinden en yükseğine kadar onların anlayacağı dilde ve kültürde söyleyecek sözün olmalı. İşimiz gereği her sosyal çevre ile iletişim kurma becerin yoksa iyi hekimlik yapamazsın bence. Ben de o nedenle hem çok okur hem çok gezerim. Yörük gibi bir hayatı keyifle yaşarım. Yoksa 45 yıl aynı işi sıkılmadan şevkle nasıl yapacaksın? Olayları değişik perspektiften değerlendirip ölçüp biçebilmelisin. Analiz ve sentez yeteneğini geliştirmen gerekir. Mükemmeliyetçi (obsesif), paranoid (şüpheci) ve takipçi olman gerekir işini yaparken. Bir taraftan olmuyorsa başka taraftan olur. Anında değişik çevreye ve sürprizlere bir Yörük gibi uyabilmelisin. Hekimlikte iki kere iki, her zaman dört etmez. Bu yüzden hekimlik sanat kabul edilir. Bu yüzden hekimler biraz farklı yaratıklardır. Çok eski dönemde ”Tıbbiyeden her şey çıkar ara sıra hekim de çıkar” derlerdi. Memleketimizin (Emet ve Tavşanlı’nın) işgal dönemindeki direniş hareketine önder olan kişiler de hekim idi. Dr. Reşit Galip ve Dr. Fazıl Doğan beyler. Ülke siyasetine damga vurmuş Dr. Refik Saydam, Dr. Mustafa Kalemli türlerinin seçkin örnekleridir. Hekimler birçok dalda başarılı insanlardır. Ayrıca Mahmut Ragıp Kösemihal’in babası da doktor. O konuya bilahare değineceğim. Ne yapalım, toplum bu gerçeği kabul edecek. Bize sadece kendi işimizle yetinmek yetmiyor.
Kara bir delik diye tarif edilen Osmanlının Kuruluş Dönemi birçok araştırmacının ilgi alanıdır. Geçmişte bu konuda en önemli hizmet yapanlardan biri Prof. Dr. Sencer Divitçioğlu’dur. Asıl işi ekonomi ve iktisattır. Bu profesör, tarih araştırmacılığına çok yeni boyutlar katmıştır; matematiği, aksiyomatik olgu metodunu. Bu işte fen bilimlerinden, tıpın dallarından, psikiyatri ve adli tıptan yararlanılmalıdır ve yararlanılıyor da. Adli tıp ve dalları grafoloji bu konuda yararlanılabilecek en önemli bilimsel disiplinlerdendir bence. Hukuk tekniğinden mutlaka yararlanmalıdır. Bir şeyin olabilirliğini ispatlamanın bir başka yolu, aksinin olamayacağının ispatlanmasıdır. Örneğin: Velayet davalarında olduğu gibi, çocuğun babası olduğu iddia edilenin kısır olduğunu ispatlaması gibi. Bir olayın hayatın doğal akışına uygun olması bir başka yoldur. İddianın uygunluğuna karar verici hâkim veya jüride, okuyucuda kanaat oluşturulması gerekir. Artık tarih, sosyal bilim penceresi ile yapılacak bilim olmaktan çoktan çıkmıştır. Tek taraflı eğitimle hiçbir şey olunmaz. Osmanlının Kuruluş Dönemi ile ilgili kaynaklar çok kısıtlıdır. Bu nedenle bahsedilen ispat vasıtalarına ihtiyaç vardır. Her yeni bilginin, daha yeni bilgi çıkıncaya kadar ömrü vardır. Birçok bilinmezin olduğu bu dünya, araştırmacılara yeni fırsatlar sunmakta olduğu gerçektir. Fakat buna rağmen bu işleri yapanların birbirleriyle yaptığı tartışmalarda insan ilişkilerinde septik, şüpheci düşünceyi bir yana bırakmasının uygun olacağı kanısındayım. Konuyu şahsileştirmeden, başka çalışmalarda yapılan ve yazılanları şahsi algılamadan, karşılıklı saygıya dayalı yapılmalıdır. Bana “Sen kendi işine bak” derlerse, ben de “Herkes kendi işine baksın” diyorum. Bu işler kimsenin tekelinde değil. Düşünce ve kanaat özgürlüğü var. Söyleyecek sözü olan söyler. Okuyucu kamuoyu, kanaatine göre kararını verir. Kimse kendi kanaatini başkasına dikte edemez. Rekabetin kaliteyi doğurduğu bilinen bir gerçektir. Sevgi ise içten gelir, kimseyi sevmek zorunda değiliz, kimse de bizi sevmek zorunda değil ama herkes birbiriyle ilişkilerinde saygılı olmak ve sözlerine dikkat etmek zorundadır.
İnanıyorum ki, Tavşanlı ve çevresi tarih ve kültür yönünden hala bakirdir. Yöre birçok araştırmaya fırsat sunmakta olduğu gibi geniş bir öğrenci kitlesi de -öğretmenlerinin teşvikiyle- tarih ve kültür konularında çok duyarlıdır. Bu yörede yetişmiş, edebi yazıma gönül veren Esma Canıaz, Ahmet Urfalı, Bülent Alpagut gibi mesleklerinde duayen, bir çok yetişmiş insan ve hevesli insanımız bulunuyor. İsmini sayamadığım birçok kişi var, kimse gücenmesin. Derbent’e yaptığımız ”İstiklal Savaşı Anıtı”nı yapmayı hayal ederken, gazeteci Bülent Alpagut ağabeyin çok uzun yıllar önce yazdığı bir köşe yazısındaki haykırışı beni çok etkilemişti. Anıt yapımı için “Yapın artık bunu, seksen yıl geçti, yapmazsanız o köye ben geleceğim. Keser, testere, tahta ve harçla köylülerin yardımıyla ben yapacağım” diyordu çok yıllar önce. Çok renkli ve çok yönlü Fevzi Coşgun gibi bir ağabeyimiz vardı. Ders alınacak, ders olarak okutulacak insan. Hayatı bir roman. Neler neler sığdırmış hayatına. Bizim köyün tepesini birlikte ağaçlandıracak ve kelini giderecektik. Bunlar, yöremizin önemli yetişmiş adamlarındandır. Sadece bir iş yapmak yetmez insana. Tuzsuz kabak aşı yapar ve yer gibi. İnsan yaptığından, yediğinden bıkar. İnsan başka şeyleri, başka başka tarzda sanatçı ustalığıyla yapmalı veya yapmayı denemeli. Sağ olursam boynumuza borç olsun köyün başındaki kele saç eker gibi fidanlar dikeceğim ve oraya yapılan parktan ak sakallı Keşiş Dağını (Uludağ’ı) izleyeceğim. Benim hayalim bu şimdi. Yeni Kaymakamımızın, orman teşkilatının, Tema Vakfının, G.L.İ’nin ve köyümüzde Toygırı’ndaki Kayı Çiftliğinin sahibi Süleyman Yılmaz’ın ve köylümüzün katkıları ile yapar bitiririz. Yalnız bu kere, beni açılışa unuturlarsa kırılırım.
Bakın birçok konu, birçok değer var Tavşanlı’da. Afrika’ya yolu düşen iki ayakkabı satıcısından biri “Bunlar yalınayak geziyor, kime satacağız” diye içinden geçirirken, diğeri ellerini ovuşturuyormuş; “Herkes yalınayak burada, ne ayakkabı satarız burada ama! Zengin olduk arkadaş. “demiş. Biz zengin olamasak da gönlümüz zengin olur.
Potpuri gibi daldan dala, konudan konuya atlatarak yazdığımın farkındayım. Deneme türünün özelliği budur. Harmanlama yapmaktır ama hepsi bir amaç için, akla geliveren konuların okuyucuya aktarılması içindir. Yazılarımda ifademe zenginlik katmak için bolca mecazi ifadeler ve ironi katarım. Üslup meselesi. Ben buyum. Burası mütevazi eskici dükkânı gibi. Ne ararsan var ama her bir parçanın biraz tertibe ihtiyacı var. Burası asık suratlı, resmi müzayede salonu değil. Beğenmeyen girmesin.
Derginin yeni yayınlanacak sayılarının konusuna yeni alanların eklenerek sofranın zenginleştirilmesinin, çeşitlendirilmesinin uygun olacağı kanaatindeyim sonuç olarak. Ben daldım içeri. Bu konuyu karar vericilerin tensiplerine saygıyla sunarım. Derginizin önümüzdeki sayılarının bereketli olmasını dilerim.
Deneme 4: ESKİCİLİĞE, ANTİKACILIĞA DAİR
Herkes bir iş yapıyor. İki tekerli çekçek arabasıyla, sessizce sokaklardan geçerek -geri dönüşüme yarayan- atık toplayan veya üç tekerlekli arabasıyla sokaklarda “Eskiler alırım, hurdalar alırım ablalarım, abilerim” diyerek dolanan ve bundan geçimini sağlayan tedarikçi ve aracı bir meslek grubu vardır. Topladıkları ya kendileri veya bir üst meslek grubu tarafından değerlendirilir. Benim ilgilendiğim ikinci gruptakiler. Bunlar tedarikçiler vasıtasıyla eski nesnelere ulaşırlar, hemen her şeye. Bu kişilerin kendisi de aynı zamanda tedarikçi olabilir. Eski eşya, yeni gelinin sevmediği kaynanasını hatırlatan şeyler vs. olabilir. Eski oyuncaklar, eski reklam ürünleri, afişler, çizgi roman, kâğıt, defter veya toz yuvası işe yaramaz biblo, tabak çanak, ev aleti gibi şeyler, tekstil ürünleri veya büyük ev eşya tipleri olabilir. İnsanlarda “Eskiye rağbet olsa bit pazarına nur yağar” mantığı vardır; bilhassa hanımlarda. Eskiyi atıp yenisini almak isterler. Sebebini sorunca “Bunu yıllardır görmekten bıktım” derler. Bu eşyalar 1960-1970’lerden kalma, halen çalışır, taş gibi diye tabir edilen eşya olabilir. Yüz yıla kadar eski eşyalara modern tabirle “Vintage” denir. Eskiyi hatırlatan yeni üretim eşyalar da olabilir; bunlara da “Retro” eşyalar denir. Sadece 50-100 yıl öncesinden araç, eşya, takı, giysi olabilir. At gitsin… Yüz yılı aşkın sürelik nadir bulunan kıymetli eşyalara ise antika eşya denir. Bir de koleksiyon ürünleri var; efemera (belge), filateli (pul), nümismatik (para), objeler vesaire vesaire. Antika, vintage veya koleksiyon olduğu halde atılan veya bazen üç kuruşa satılan bu eşyaları tasnif edip bu eşyalara bakarak hayal kuran insanlar olduğunu bilin. İyi bir parça düşürürse, köşeyi döner veya ondan vazgeçemeyip elinde saklar. Ona sevdalanır. Bugün Bursa’da bir antika pazarı gezerken, yaklaşık yirmi yıldır tanıdığım emekli öğretmen bir hastamı ve eşini gördüm. Bundan önceki gördüğümde çok ciddi bir hastalıkla boğuşuyordu. Nilgün Aydemir Hanım ve eşi Bechan Beyi, pazardaki tezgahlarında vintage ürün satarken gördüm. Gözlerinin içi gülüyordu Nilgün hanımın. “Doktor bey eşimin teşvikiyle vintage işine başladım, hastalığımı yendim, tedavimi yapan doktorlarım şaşıyor bu sonuca” dedi. Konu, bu yazımdan açıldı. “Ben de yazınızda yer istiyorum, beni de yazın, ben bu dünyaya yeniden geldim, şimdi tekrar çocukluğumu yaşıyorum” dedi. Antikacılık ve vintage işi işte böyle bir şey. Eski çocukluktaki mutlu masal dünyasına götürür insanları. Herkesin masala, mitolojik hikâyeye ihtiyacı var. Yok mu?
Bu topraklara yaklaşık bin yıl önce gelmişiz. Ondan bin yıl önce başkaları vardı, onlardan önce bir başkaları. Geçen hafta, Tavşanlı’nın Ayvalı köyünde idim. Ahmet Dedeyi ve tomruğu görmek için yolumu uğrattım. Tomruğa bağlamak, akıl hastalarını tedavide kullanılan folklorik tebabet (halk tebabeti) metodudur. Çocukken tomruğa bağlanmaktan korkup kaçmıştım buradan. Köyde, ortadan kırık Roma dönemi mermer bir çeşme başı ve önünde eski bir çocuk mezarından uydurma olduğunu zannettiğim mermer bir yalak vardı. Çeşme başının ortasındaki çatlaktan gelişi güzel geçirilmiş kara bir su borusuna bağlanmış, dolmuş şoförü gibi oturan yana dönük bir musluk. Ayvalı Köyü ve Roma Dönemi eseri. Buyur buradan yak!
Bu topraklarda Cumhuriyet’ten önce Osmanlı, Selçuklu, Bizans, Roma, Frigya, Hitit, Luwi ve yok olup giden birçok medeniyetler yaşadı, eserler bıraktı ve unutuldu gitti. Bir yabancı ülkede koruma altına alınır her bir eser. Bizde her önüne gelen yerde Hristiyanlığın ilk dönemine veya Frigya dönemine ait bir mezar çıkıyor karşına. Ya hazineciler dağıtıyor ya da kurda kuşa emanetler. Örnek olarak yedi, sekiz yıl önce Derbent’te kepçeyle harabedilmiş Roma dönemi bir çocuk mezarı müze müdürlüğü tarafından koruma altına alındı. Benim eskicilikte merakım sadece yer üstünde olanlara. Yer altı ile uzmanları ilgilensin, yazıktır dokunulmasın onlara. İnsanlar eski ile ilgilenenleri hazineci sanıyor. Herkeste hazineci kesilmiş memlekette. Her yer hazine canavarı dolu. 12-13 yaşları civarındaki parçalanmış kafa kemiği sturalarının (dikişinin) genişliğine ve ön bacak kemiğinin boyuna bakınca içim parçalandı. Belli ki iki bin yıl önce çocuk yaşta ölmüş ve babası türbe gibi bir yer yaptırmış ona. Adli tıp gözüyle bakınca çok basit bir tespit.
2004 yılı Şubat’ında web sitemdeki ”Düşte Uludağın Ardına Tarihi Yolculuk-Bursa ve Kütahya Tarihinden Kesitler” isimli yazımı yazmıştım. Kimine göre tarih, kimine göre masal, kimine göre deneme yazısı. Bundan esinlenip Köse Mihalle ilgili film çekmek isteyen tiyatro sanatçısı arkadaşlarım oldu, sponsor bulamadı. Bana göre; Eskiciliğe meraklı bir kişinin dört tekerli aracıyla köy köy, dağ tepe gezerek topladığı kimi işe yarar zannettiği eski, vintage veya antika eserlerin konulduğu antikacı dükkânı gibi bu yazım. Adını sen koy, derler ya! Geçen hafta bölgemizde geniş bir tur daha attım dört tekerlim (otomobilim) ile. Saruhanlar’daki Orinas kalesinin altından, Fıranlar başından (Osman Bey’in Bilelik Yaylasının altından) Sarıot’tan geçip, oradan Kocakovacık üzerinden Gelemiçe indim. Hereke’nin, Gelemiç’in bağlarına, Kozağacı’na baktım. Herekenin bağlarında üzüm yuktu(!) Herekenin ağaları oturuyordu(!) Bir delikanlı “yansın Kocakovacık dağarı” diye bağırıyordu sadece(!) Allaha şükür Kocakovacık dağları yanmıyordu(!) Bu adam ne diyor denilmesin bana, cinas yapıyorum. Oradan geçerken yörenin meşhur oyun türküsünü hatırladım. Herekenin bağlarında üzüm yok, türküsünü. Osman Bey ile Harmankaya hâkimi Köse Mihal’in gençlik haliyle selamlarını getirdim okuyucularımıza. Bana göre Eski Harmankaya’dan geçtim kısacası! Bu antikacı dükkâna girmek ve istediğine bakmak, bakıp hayal kurmak, istersen alıp gitmek serbest. Burada geçen her bir konunun ve ögenin yüz yıldan birkaç bin yıla kadar geçmişi var. Ben bunlara bakarak güler, hüzünlenir bazen düşünürüm. Burada adı geçen kahramanlarla Köse Mihal’le, Bizans İmparatoru Alexios Kommenos’la, Çelebi Mehmet’le, Miralay İsmet Beyle (İnönü), Osman Bey ve Orhan Beyle, Köse Halife Tekkesinin dervişleriyle, İpek yolunda seyahat eden kervancılarla, Karyüksekten geçerken Yörük İndiğinde eğleşen Yörüklerle, topraklarını Osmanlıya bırakıp Kula’ya giden Germiyan Beyi Süleyman Şahla, Uzunderede Yunan gözleyen askerin komutanı küçük zabit Mehmet Çavuşla, orayı işgal eden Yunandan dağlara kaçan Haçça anamla, ateşe verilip yakılan insanlarımızın acı feryatlarını işterek, kömürleşmiş cesetlerinin bir yerden sökülmüş tahta kapı üzerinde taşınıp gömülmelerini düşünerek, buna sebep olduğu için suçluluk duyan Bulmanların Eyüp ağamın hissettiklerini, içimde hissederek onlarla oraları yaşarım.
Kim ne isterse bu hazineyi kullansın. Ben filanca kişiye şehit demedim diye kimse gönül koymasın bana! Varsa günahı, Allah taksiratını affetsin, yaptıkları hizmet için Allah razı olsun demişim yazımda. Yeter bence. O benim konumun dışı. Mitolojik hikaye yazarları düşünsün ve yazsın onu. Zaloğlu Rüstem ve bindiği atın mitolojik hikayeleri gibi. Bir seferinde öyle bir seferinde böyle. Bana ne ! Kim hızlı koşarsa koşsun, isterse uçsun. İster kendisi, ister atı. Teşbihte hata olmaz,derler. Ben, ”İstiklal Savaşında Derbent Köyü” isimli yazımı köyümüzün şehitlerine, onlara olan borcumuzun Tavşanlı ve Kütahya olarak ödenmesi için yazdım. Babasının kucağında babasına sarılarak yanan çocuk Ülfet’in çığlıkları duyulsun istedim. Cevizderesi Şehitliği ile Emetlilere gösterilen vefanın, benim köylülerime de gösterilmesini istedim. Benim derdim ve meramım başka idi. Başkası beni ilgilendirmiyor. Kafama koydum ve hayallerimi gerçekleştirdim. Benim kimseye hakaret ve saygısızlığım olmadı, olmaz da. Kimse de bana yapmasın. Tak sepeti koluna, herkes kendi yoluna. Kafaya koyduklarımı buranın önemini 2004 Haziran ayında yazdığım ve web sitemdeki yazımda on madde halinde sıralamıştım (Tavşanlı -Derbent Köyü- Kütahya ve Çevresindeki Köylerin Tarih ve Kültür Açısından Önemi). Kösemihalgazi Kültür Sanat Tarih ve Spor Şenliklerini köylümü ayağa kaldırmak, uykusundan uyandırmak için yaptım. Eskiköy mevkiinde sulama göleti hayalediyordum. Buranın suyunu kendi cazibesiyle tarlalarımıza akıtmak ve sulu tarıma geçmek. İlgili kuruluşlara müracaatlarımızda köy arazisinin jeolojik olarak su tutmayacağını öne sürdüler. Olmadı, başka bahara kaldı. Kimse bu işten vaz geçtik sanmasın. Şimdilik bu işi yeni Muhtar Muzaffer’e devrettik sadece. O günlerde köyümün toprakları yaban ellere üç kuruşa satılıyordu. Şimdi ise satılan yerler fazlasıyla geri alındı, şükür. Emeğim boşa gitmedi. ”Osmanlının Kuruluş Dönemine Yolculuk” isimli yazımı ve (Uludağ Üniversitesinde bildiri sunumumu) köyümün topraklarına ,sularına ve insanına sahip çıkmak amacıyla yaptım. Herkesin ağaca çıkma medodu farklı. Kimi gövdesinden çıkar, kimi dalından. Ben dalından çıkıyorum, herkesten bana ne. Kültür ortaktır, paylaşılır ama toprak (vatan) paylaşılmaz demektir. Köylü köyüne , şehirli şehrine , millet ülkesine sahip çıkacak. Ana fikir bu idi. Her şey artarken artmayan toprak, azalan sudur. Toprağına ve suyuna sahip çıkacaksın önce Gelin ata binmiş ya nasip. Gönlümden geçenin aynısı olmasa da bir başka türlü oldu. Yine köyüm ve köylüm kazandı sonunda. Zengin boşuna zengin olmuyor, akıllı olduğu için zengin oluyor. Akıllı bir köylüm fırsatı kazanca çevirdi, bize alkışlamak ve desteklemek düşüyor şimdi. Bana niçin tekrar şenlik yapmıyorsun diyorlar. Ben bir amaç için yaptım ve sonuca ulaştım. Yeter. Derneğimiz tüzüğü bunu yapmaya yetkili. Yapsın. Kim engel? Şenlik amaç değil, araçtı benim için. Ben amacıma ulaştım. Bu bölüm yeter artık.
Deneme 5: DERBENT KÖYÜNE DAİR
Denemelerim isimli yazılarımın, “Bana Dair” bölümünün, bir paragrafında bahsetmiş olduğum, Tavşanlı ilçesine bağlı 19 köy ve iki belde ile ilgili … yazımı 2003 yılında yazmıştım. (Web sitemde var) Bu yazının, “Osmanlı Dönemi Tarihi” bölümünde yöre köylerinin birçoğunun 1487 ve 1530 tarihli kayıtlarda bulunduğunu, 18. Yüzyıldan itibaren imparatorluğun geniş topraklar kaybettikten sonra ülkede baş gösteren Celali isyanları ve eşkıyalık nedeniyle yerlerini yurtlarını terk eden köylüler olduğundan bahsetmiştim. Bunların tekrar eski yerlerine iskan edilmesinin ve çevredeki başı boş konar-göçerlerin (çoğunluğu Bozulus Türkmenleri) iskan edilerek ülke ekonomisine kazandırılması için eski derbentlerin ve çevresinin tarıma açılarak oraların şen ve abadan edilmesini anlatmıştım.
Bu yazının ‘’Yöre Köylerinin Kuruluşu’’ bölümünde ise; Derbent köyünün; Derbentlerin kurulmaya başladığı kabul edilen 2. Murat ve Fatih Döneminde kurulu olduğu bilindiği halde, 1530 tarihli Muhasebe-i Vilayeti Anadolu Defterinde, 2003 yılında köyün o tarihteki ismini bilemediğimiz için bulamadığımızı ancak derbent olarak kullanılan 12 bölümlü eski han yerini, etrafındaki bahçelerini ve su kuyularını Derbent’li Balı Durak ve İbrahim Aydoğdu ile birlikte saha araştırmaları ile bulup fotoğrafladığımı yazmıştım. Son araştırmalarıma göre ilk önce yeni derbent kulesi ve bunarının yanına ilk derbentçiler olan Salihoğulları(Saller), Kaysoğulları (Kayışlar) ve Softaoğulları (Softalı, Softalar) aşağı mahalle olarak kuruldu. Bu mahallenin üst tarafına , Sarıhaliller ve İmamlar Sülalesi, (İmam olarak) ile Efeler Sülalesi iskan edilmiştir. Dini hizmetler için imamın gelişinden itibaren ilk cami, cami kuyusu, cami bunarı (cambunarı) ve köy odası -erkek çocuğu olmayan varlıklı hayırsever- Sarı Halil tarafından yapılmıştır. Köy mezarlığı şimdiki mezarlığın üst taraflarına yapılmıştır. Kuyu ve çeşme yapımı için ayrıca bazı meslek mensupları iskan olmuşlardır. Dağdelenler ve Kuyucular(Sallerden) bu işlerle ilgilenen sülaleler olmuşlardır. Daha sonra Çanakkale, Ayvacık taraflarından buralara yaylaymaya gelen Bozulus’un Hacılı Cemaatinden( Hacıbekirler) ve Büyükkeçili Cemaatinden (Böcekler) konargöçerler köye iskan edilerek yukarı mahalleyi kurulmuştur. Hayvancılık zengini büyük aileler ile köy daha da büyümüş, ayrıca bilhassa Harmancık köylerinden ve çevre köylerden çok yerleşimler bazı nedenlerle köyü terk edişler olmuştur. En son öte mahalle kurulmuştur. Köyün ikinci camii Hacılı Cemaatinden çocuğu olmayan Hacı Ercep ( Hacıların Recep) tarafından yapılmıştır.
Tekrar kuruluş dönemine dönersek; Daha Orhan Bey döneminde çok güçlü Germiyan Beyi 1. Yakup Bey 1340 yılına kadar sağ olmasına rağmen, Halil İnalcık’a göre; Osmanlı, Ege diyarına, Ayaslug (Selçuk) ve Foça’ya kadar kadar ticarete egemen olmuştur. Ege diyarından Sakız ve Çeşme üzerinden -daha önce Orhaneli-Ağaçhisar, Fodra(Bursa-Alaaddinbey) , Trilye yoluyla- İstanbula giderken, ticaret yolu Bursa’ya çevirmiştir. Osmanlı bu nedenle Orhan Bey zamanında zenginleşmeye başlamıştır. Halil İnalcık’a göre; Ticaret yolu haritalarında Kirmastı–Karesi -İzmir yolu tali yol iken, Derbent’ten geçen yol anayol kategorisinde gösterilmiştir. Yusuf Oğuzoğlu’da bunu, şenliğimizde yaptığı konuşmada teyid etmiştir. Cenevizler Venedik korsanlığına karşı, Ege Denizinin kuzeyinden ve Marmara Denizinden uzak durmuşlardır. Ege diyarlarına Germiyanlıya rağmen ulaşılabilecek yol Derbent Hanından geçen ticaret yoludur.
Karadelik olarak tarif edilen, sırlarla bu döneminde yaşanan önemli olayları maddeler halinde sıralayacak olursak;
1. Geyikli Babanın Keles- Kızılkilise’de(Kemaliye Köyü) Bizanslılarla yaptığı savaştaki başarısı nedeniyle Orhan Bey tarafından iki yük şarap ,iki yük ıraki (rakı) ile ödüllendirilmesinin Osmanlı kroniklerinde yazılı olması. Kızılkilisenin fetih sırasında yazılması gariptir. Buraları 1325 yılında Orhan Bey ve Kösemihal tarafından Adranos’un fethiyle ele geçmiştir. Burada Bizanslı yok ki! Bunların yazıldığı dönemde Germiyanlı ile yaşanan husumet çoktan bittiği için yaşanan olaylar kroniklere biraz çarpıtılarak geçmiş olmalı. Sonuçta bu savaş Bizansın isteği sonunda meydana gelmiştir.
2. Geyikli Babanın Babasultan Köyündeki türbesinde yanında Germiyan Şehzadelerinden olan birisinin medfun olması. (Çok büyük ihtimalle 1. Yakup Beyin oğlu olan şehzadedir)
3. Bizanstan yıllık yüzbin altın (yüz seksen kg) haraç alan ve tüm Ege Bölgesindeki Türkmen Beyleri (Menteşe, Aydın, Saruhan ve Karesi) ona tabi iken, toplam iki yüzbin silahlı adam emrinde iken, 1. Yakup Bey Osmanlının İznik, İzmit ve bilhassa Ulubat’ın karşısına geçmesi yasaklamış olduğu haldeyken sonraları niçin suspus olmuş, Orhangaziye en ufak ses çıkaramamıştır? (Sencer Divitçioğlu Osmanlıya Ulubatın karşısına geçmeme sözünü verdirenin, o dönemin en güçlü Germiyan Beyi 1. Yakup Beyden başkasının olamayacağını bildirmektedir. Osmanlı, Istanbul fetholuncaya kadar Bursa tarafından karşıya geçişte hiç Ulubat köprüsünü kullamamış, başka yerden geçiş yapmıştır, Ulubat gölünün üst tarafından ya da Karacabey Boğazından dolanmıştır. Osmanlı Ulubatı ele geçirdiği halde, yüz yıldan fazla verdiği sözde durmuştur. Devlet sözü Türkler için çok önemlidir. Ulubat tarafından Bursa tarafında geçmemeye söz vermediği için rahatlıkla bu köprüyü kullnılmıştır. Türk devlet anlayışında Ahde vefa anlayışı çok önemlidir. Nakz-ı Ahd olmadıkça(karşıtaraf ahdi bozmadıkça) Türk devletleri beylik iken dahi verdiği sözü tutar.
4. Orhan Beyin oğlu Halil, İzmit’ten kaçırıldıktan sonraları Bizans imparatoru Andronikos araya girip, Halil için Orhan Bey tarafından yüklü miktarda(yüz bin altın) fidye ödenerek Foça’da Cenevizli korsanlardan geri alınabilmiştir.
5. Tüm Egedeki Gediz-Şaphanesinde, Emet-Köprücük Şaphanesinde ve Foça yakınlarındaki şap madeni, Germiyan Beyinin hükümranlık bölgesindeydi. Germiyanlı’nın zenginliğinin en önemli kaynağı, dericilik ve kumaş boyacılığında kullanılan şaptı. O sırada İtalya’da şap madeni daha bulunmamıştı. Cenevizliler şap madeni için Germiyanlı’ya mahkumdu. (Emet , Gediz, Tavşanlı ve Kütahya 1, Muratın oğlu Bayezit’e çeyiz parası karşılığı verildi. Bundan sonra kıymetli şap madeni geliri Osmanlıya aktı)
6. Şehzade Halil’in Cenevizler tarafından kaçırılmasını kim, neden ister. Bu işten çıkarı olanlar kim? (Kısaca 5N 1K’yı uygularsak ) Soruların cevabı: Germiyan Beyi 1. Yakup’tan başkası olamaz.
(Çok kötü bir tesadüf, oğlu Halil’in kaçırılması ile perişan olan Orhangazi bir yıl sonra öldü. Yerine geçen oğlu 1. Murat ise ilk iş olarak kardeşleri Halil ve İbrahim’i boğdurmuştur.) Mini minnacık Osmanlı Beyliğinin çok güçlü Germiyanlı karşısında talihinin müspet olarak değişmesinin bir sırrı olmalı. Önceden Osmanlı Bizans toprağına bir akın yapsa, Osmanlının tepesinde derhal Germiyanlı bitiyordu. Sağ olmasına rağmen Yakup Bey İznik, İzmit ve Karesinin Osmanlı tarafından alınmasına neden ses çıkaramamıştır?
Bizansa paralı askeri gibi hizmet eden Germiyan Beyi 1. Yakup’un ordularının İzniki almaya çalışan Orhan Beyi durdurmak amacıyla başşehr Bursa’ ya saldırısı, Domaniç- İnegöl yolundan değil, Derbent ve Keles-Kızılkilise üzerinden oldu. (Beklenen saldırı İnegölden olsa idi kolay tedbir alınacağından Bursa’ya ulaşamazdı. Sürpriz saldırı dağ yollarından arkadan Bursa’ya olursa, Orhan Bey İznik kuşatmasını kaldırarak beylik merkezini güvenceye almak zorunda kalırdı) Germiyan Beyinin ordusu kısa zamanda sonuç alacak yerden saldırı yaptı. Osman Bey zamanında Osman Bey ticaret yolunu ele geçirmek için sefere çıkınca Germiyan Beyi Çavdar Tatarlarına yine arkadan Karacahisar’a Domaniç üzerinden saldırtmıştı. Orhan Bey ve Köse Mihal Çavdar Tatarının kuvvetleri kestirme bir yoldan önüne geçerek Domaniç’te yakalayıp beyin oğlunu tutsak etmişti. Osman Bey Germiyanlıdan çekindiğinden tutsağı serbest bırakmıştı. Bu kere boş bulunmamak için Orhan Bey ve Köse Mihal tedbirli davrandılar. (Tarihten ders almazsan tarih tekerrür eder)
İlk karşılaşma Derbent’te Köse Mihal ve emrindeki Işık (Kalenderi ) dervişleri ile oldu. Gücüne bakılırsa belli ki Köse Mihal Germiyanlıyı yenmek için değil, Bursa’nın teslim alınmasında yaptığı gibi diplomatik yeteneğini kullanacaktı ama olmadı. Köse Mihal Germiyanlı sınırına (Derbent toprağına ) mürşidi olan Işık derviş babalarından biriyle Osmanlıya küsmüş gibi gelmişti. Mihail oğullarının Işık (Aşık, Babai) dergahlarla ilişkisi kaynaklara girmiştir. Müslüman olan ve yaşlanan Köse Mihal kendini dine vermiş ve gözden ırak İnhisardaki Yeniharmankaya’ da (Çırağın Sarayı denilen yerde) mürşidi ile Heterodoks derviş gibi emeklilik hayatı yaşıyor.Şimdilik yeni başladığından çırak olmalı. Köse Mihalin Işık (Aşık, Babai ) dervişleriyle ilişkisi, mutemelen Eski Harmankaya’ya mücavir Kızılkilise ve ve yakınındaki Kıranışıklar’daki Işık (Aşık,Babai) Şahin Baba ile başlamış olmalı. Orhan Beyden beyliğin zor durumda olduğunu öğrenen Köse Mihal eski öğrencisi ve şimdiki beyini geri çeviremez. Hatta mürşidi ile buraya gitmeyi kendisi Orhan Beye sunmuş olmalıdır. Bir yerdeki şeyhinden yeni zaviye açma talimatı alanın görevi yerine getirip bir dağbaşı olan issız bir yerde zaviye açmasından olağan bir şey yoktur. Anadolu ve Balkanların Türkleşmesi ve İslamlaşması bu yolla olmuştur. Balkanların bile dört bir tarafına giden Işık (Babai ) dervişler, Derbent gibi yere niçin gelmesin. Zaten gelmiş ve var olmuşlar. Aksiyomatik olguya ve hayatın doğal akışına uygun bir tavırdır. Köse Mihal(Abdullah Mihal) Orhan beye küsmüş gibi buraya gelmiş olabilir (Bence ”savaş hiledir” hadisine , ilmi siyasete göre bu akıllıca bir stratejidir. Kızılkilise’de Geyikli Baba ve diğer Işık(Aşık) dervişi alperenleri burada konuşlandıran bu savunmayı planlayan Köse Mihal olmalıdır. Coğrafya değişmediği sürece savaşlar hep aynı yerlerde aynı şekilde gerçekleşir. Savaşı biri kazanır o da kumanda yeteneği iyi olan ve talihi yaver gidendir.( Savaş Sanatı ) Ben Köse Mihal gibi kurt bir alp olsaydım bu stragemi (savaş hilesini) kullanırdım. Bu işlere çok yatkın bir geçmişi var. Osman Beyle birlikte bir çok savaş hilesine(tertibe) başvurdukları bilinen şeyler. Karacahisar’ın (Karacakaya-Malagina’yı ) basan Çavdar Tatarının önünü Tahtaköprü yolundan değil Oylat, Pazar alanı, Alaçam, Zindancık, Doruk, Orinas, Çarşamba’dan dolanıp Ak Meşhedin yanında avucuna düşürmüştür Köse Mihal, faik özellikli bir alptir , azıcık erenliğe de başlamış çıraklıktan kalfalığa terfi etmiştir Derbent zaviyesinde ve Germiyanlıyı gözlemektedir. Bu işlerle ilgilenen kişiler zihnini bu işlere açmalı, kafasını çalıştırmalıdır !
Osmanlı- Germiyanlı Savaş senaryosu (tahmini savaşın bulguları ) Yöre kültürüne göre ; Köse Dedenin kapı tutmadığı gibi, denilir. Türbeye kapı yapınca tutmazmış güya. O nedenle türbeye kapı yapılmazmış. Kapı tutmamak, mecazi anlamda kapılandığı yerden ayrılmak demektir. Köse Mihal daha önce Bizanstan ayrılıp Osman Beye kapılanmış ve onun hizmetine ve dinine girmiştir. Abdullak Mihal olmuştur. Abdullah adı Osmanlıda dönmelere(mühtedilere) verilir. Şimdi bu kere Orhan Beyin kapısından, hizmetinden küsüp ayrıldı. (Yani, Köse Mihal veya kalfa veya dede kapı tutmazmış tabiri bana göre de çok doğru bir tabir). Kapı tutmuyor bir türlü. Dönek, tekrar döndü. Yöredeki inanca göre, burada girdiği savaşta yaralandı ve şehit oldu, diye biliniyor hep. Belli ki Köse Miha’lin işleri ters gitti. Talih her zaman yüze gülmeyebilir. Şehit düştüğü yerden kalkar inancıyla buraya defnedilmesi hayatın doğal akışına göre uygundur. Zaten halk öyle biliyor. O dönemde buraya gömüldü gitti. Zaten Orhan Bey’e küs biliniyor. Ona anlı şanlı türbeyi kim yapacak. (O zaman 2. Abdülhamid daha dünyaya gelmemişti, geçmişine sahip çıkacak). Orada unutmak işlerine geldi belki. Orası bir muamma. Derbent’ten ticaret yolundan Bursa’ ya doğru ilerleyen Germiyanlıyı, herbiri Işık(Aşık) dervişi ve aynı zamanda gayrı nizami savaş ustası, Alperen olan Geyikli Baba ve ekibi Adronos çayını geçtikleri Kemenliköprü (Kemerli köprü) denilen yerde, Kızılkilise yakınlarında karşıladı. Menteşe ve Kemaliyeliler, buraya kemenli köprü diyor Burası Menteşe ile Kızılkilise (Kemaliye) köyünün arasındaki Kervan mavkiinin cıvarıdır. Kızılkilise ve Şahanbaba Işık (Kalenderi) dervişlerinin çokça olduğu sarp bir arazinin yanında , Dervişlerin ayinler yaptığı, insiz dipsiz mağaraların olduğu bir yerdir. Yüz yıl önceye kadar bu dervişler, Şahan Baba türbesine tören için gelirlermiş. 1. Yakup Beyin oğlu Germiyan şehzadesi burada pusu kuran alperen Geyikli Baba ve savaşçı dervişleri tarafından esir alınarak önce saklandı sonra İnegöl tarafındaki Babasultan Köyündeki zaviyeye kaçırıldı. Savaş Sanatının en önemli kaidesi: Savaşı kısa yoldan almak istiyorsan ya komutan ya da atı hedef alınmalıdır. Belli ki Germiyanlı şehzadesi askere kumanda ediyor. Şehzade buradaki satrancın şahıdır. Şah esir edildi ve mat. Germiyanlının Bursa işi kaldı böylece. Yakup Beyin kaçırılan oğlu nedeniyle eli kolu bağlandı. Köse Mihal öldü ama bu duruma çok memnun kalan Orhan Bey ve ondan hediye olarak iki yük şarap ve iki yük ırakiyi kapan Geyikli Baba da memnun belli ki. Köse Mihal kralı çıplak görendir, kral önce kendini çıplak göreni, ayağına dolanma ihtimali olanı harcar. Kralı çıplak gören, çocukluktan bilen Köse Mihaldir. Gidince unutulması veya unutturulması hayatın doğal akışına uygundur. Belli ki bu satranç oyununda kendinden emin Köse Mihal piyon olarak harcanıp gitti. Var mı anlaşılmayacak bir şey? (Daha sonra hiç beklenmeyen bir şey oldu. Kaçırılan şehzade güçlü karakter Geyikli Baba’ya mürit oldu ve bağlandı, geri gitmedi ve hala orada Geyikli Babanın türbesinde yanyana yatıyorlar. Osmanlı ve Germiyanlı daha önce ve o sırada birbirine düşman olduğu halde Germiyan şehzadesinin Osmanlı toprağında orada başka ne işi olabilir?) Bakın nereden nereye!. Psikiyatriden anlamayan bir kişi bu düğümü çözemez.
Psikiyatri ilminde, mazlumun zalimle duygusal ilişkiye girmesine, ona bağlanmasına Stochkholm Sendromu denir. Kemal Sunal filmlerinde ağa kızının, kendini kaçıran eşkiyaya aşık olması gibi. Esir Germiyanlı şehzadesi, Geyikli Babaya mürit olmuştur. (Psikiyatri ilminin tarihi bir olayı çözümlemede kullanılmasını görüyorsunuz) Yakup Bey, oğlunun gelmesinden ümidi kesince Orhan Beye aynı acıyı, Şap madeni gelirinden fedakarlık ederek, şapın ticaretini yapan Cenevizliler bunu Cenevizli korsanlara kaçırtarak tattırmıştır. (Bu normal insani bir duygudur ve hayatın doğal akışına uygundur) Cambaza bak oyunu gibi! Bizans, Germiyanlı, Ceneviz arasında oynanan oyundan ortada dönen yüz bin altın el değiştirdi. Germiyanlı intikamını aldı. Orhan Bey yüz bin altın ödeyerek oğlunu geri aldı. Dikkat edilirse bu oyunda kullanılan korsanlar, kazananlar Bizans ve Cenevizlerdir. Bizans kaynaklarında yazılı olan bu olay, bizde yok. Biz yenilgilerimizi ve kaybettiklerimizi yok sayar, bilinç dışına atarız millet olarak. İnsanlar aynı, coğrafya aynı olduğu sürece insan davranışları aynı oluyor. Sırrı çözümlemenin bir yolu da insanı ve coğrafyayı tanımaktan, akıl mantık süzgecinden geçirmekten geçiyor. Dedektifler de aynı şeyi yapmıyor mu?
Bilecik-İnhisar , Harmanköy’e gelecek olursak; Burada medfun kişilerden ikisi de erkektir. Mezartaşları kavuklu erkek mezartaşlarıdır. (Harmanköylüler burada yatan iki kişiyi Kösemihal ve eşi olarak tanıtıyor) Oradaki her iki mezartaşının kavuklu ve en erken 16. yüzyıldan kaldığı Mahmut Ragıp Bey tarafından ispatlandığı gibi, ben de bizzat oraya giderek o dönemi bilenlerden çizgili ve kavuklu taçlı ve yuvarlak iki Bektaşi mezar taşı olduğunu belgeledim ve tutanağa bağladım.(Web sitemde var.) Yıldız Arşiv belgelerine göre bu mezar taşlarından biri mürşid, diğeri ona tabi olan Gazi Mihal Beyin soyundan birine ait. İsimleri belli değil. Gazi Mihal Bey Gölpazarı, Mihalgazi (Gümele ve ) Harmanköy civarında mülk sahibi bir akıncı beyi. Sonra Edirne’de eserler bırakmış. (Bilerek veya bilmeyerek bu iki farklı kişi aynı zannediliyor). Akıncı Gazi Mihal Bey, Köse Mihalden üç nesil sonra yaşamış bir akıncı beyidir. Teşbihte hata olmaz, denir. Biri ahlat ise öteki aynı soydan türemiş armuttur. İnhisar- Harmanköydeki mezar taşlarının Köse Mihal’le hiç ilgisi yoktur. (Hukuktaki ispat vasıtalarından biri: Karşı tarafın iddia ettiğinin tersi doğru ise senin iddianın doğru olma ihtimali çok yüksektir veya doğrudur mantık yürütme sine dayanur) Mahmut Ragıp Gazimihal ve sonra ben Harmanköy’de mezarda yatanın Köse Mihal olmadığından eminiz. Öyleyse başka bir yerde ‘’Köse Mihal burada yatıyor’’ iddiası olmadığına göre akıl ve mantık sahibi kişlerin Derbent’te yatan kişinin Köse Mihal olduğunu kabul etmekten başka çaresi yoktur. Eskişehir Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’da zaten bu kararı vermiştir. Bu konunun tartışılacak şeyi yanı yoktur aslında . Sadece yazılanları tane tane okuyarak sindirmek ve kabullenmesi gerekir. Kimse peşin hükümle gerçeğe veya hayatın doğal akışına uygun ve mantığa uygun olana sırtını dönmemelidir. Hatadan dönmek erdemdir, fazilettir. (Bunu seviyeli, karşılıklı saygıya dayalı her ortamla herkesle tartışırım) Harmanköy’deki mezarda medfun kişinin Köse Mihal olması milyonda sıfır ihtimaldir. Eğer Köse Mihal Derbent’e gelmediyse ya hiç yaşamamıştır, Bursayı teslim alan değildir, Osman Bey ile hiç karşılaşmamıştır, Aşıkpaşazade Tarihi tamamıyla uydurmadır (!) Tabii ki bu sözler ironi. Ama Köse Mihal diye biri yaşamış ve bir döneme damgasını vurmuştur. Kimse şakalarımı ciddiye alıp cevap yetiştirmeye kalkmasın. Yazım sanatı gereği yazar bazen cinas yapabilir. Yazdığımız mahkemelerdeki duruşma tutanağı değil sonuçta. Yazılışı aynı kelimeleri , değişik anlamlarda kullanılıp yazıya zenginlik katılabilir. Ben cinası çok sever ve kullanırım yazılarımda . Yazıda üsluba bakınca cinas kolayca anlaşılır. Düşte Uludağın Ardına Tarihi Yolculuk isimli yazımda; Kharman –‘’Harman’’ (Dağlı) ve Harmanı hatırlatan ”Harman” sözcüğüyle ayrıca Kıyıdan, kıyıdan gel ,Keles yöresi türküsündeki ”kıyı” sözcüğü ile Gelemiç-Kalemisiya (Misiyanın kıyısı) sözcüklerinin içindeki ”kıyı” sözcüğünü cinaslı olarak kullanmıştım. Bunu birileri ciddiye almış, yazılarında yıllardır cevap yetiştiriyor. Açıkça Harmancık’ın Köse Mihal’le ilgisinin olmadığını açıkça yazdığım halde, hala yazdığımı iddia edenler var. Bir kere daha söylüyorum. Harmancık, Hammer’in tarifine hiç uymuyor. Harmancık’ın Uludağın eteği ile ilgisi yok. Harmankaya denilen yerin, Uludağın eteğinde ve Osman Beyle ile ilişki kurabilecek mesafede olması gerekir. Harmancık, Domaniç dağlarına (Bilelik yaylasına) uzaktır. Düşte Uludağın Ardına Tarihi Yolculuk isimli yazım adı üstünda ”düşte gibi”, hayal olarak geçer. Burada yazılanlar absürt görünebilir ama alt yapısı olan şeylerdir.
Kavuklu mezar taşlarının ilk örnekleri 16. yüzyılda başlar, en gösterişlileri örnekleri 17. yüzyıla aittir. Mahmut Ragıp’ta aynı tespitleri yapmıştır. Harmanköyde yatan kişiler iki erkek ve 16. yüzyılda yaşamıştır. Bu şahıs bunu 1946 yılında tespit etmiş ve Uludağ Dergisinde yayınlamıştır. Web sitemdeki bildirimin kaynakçasında var. 2019 yılında hala bu gerçek niçin tartışılır bilmem. Ortada bunu tartışacak yeni bir gelişme yok ki! İnhisar- Harmanköyde yatan ,önce Vulçidrin Sancak Beyi iken sonra Halep Beylerbeyi olan Mihaloğlu Mehmet Paşadır Balkanlarda Sancak Beyi iken bağlı bulunduğu, yardım ettiği tekkede bulunan bektaşi başlıkları ile Harman köydeki mezartaşları şaşırtıcı derecede aynı şakilde olduğunu müşahade etmiştik oradaki köylülerle. (Niğbolu’daki Ali Koç Baba Tekkesinde yatan Ali Koç Babanın tacına benzer şekilde dilimli kavuklu taçlı bektaşi mezar taşı olduğu) Bunları görsel malzeme ile bildirimde sundum, Uludağ Üniversitesinde. Hüdavendigar Livası Tahrir Defterinde çokça Gazi Mihal Beyin soyundan kişilerle ilgili bilgi var. Köse Mihal’le ilgili hiç yok. Köse Mihal 14. Yüzyılın ortalarına gelmeden ölmüştür. Halep Beylerbeyi Mehmet Paşa ise 16. Yüzyıl ortalarında yaşamıştır ve İnhisar- Harmanköy, Gölflanoz ve Mihalgazi civarında mülk sahibi olduğu Hüdavendigar Livası Tahrir defterlerinde kayıtlıdır. Bu iki kişinin yaşadıkları zaman farki 200 yıldır. (iki yüz yıl) Sadece Harmanköy’ün üst başında köye girişin sağnda köylülerin ısrarla ”Çırağın sarayı ”dedikleri bir yer var, burası türbe olan yerden uzaktadır. (Buradan ufka bakınca dağların arasındaki yarıktan Söğüt Seramik’in baca dumanları seçilebiliyor. Bir dönem Köse Mihal burada yaşamış ve Söğüt’teki Osman Beyle bir şekilde haberleşme, işaretleşebilme imkanına sahip şekilde iki yer konumlanmıştır. 1300 yılından önce Osman Bey ile Samsa Çavuşun refakatinde Taraklı Mudurnu, Göl-Flanozdan sonra buraya uğrayıp burayı gözüne kestirdiğinden hiç şüphem yok. Bu seferde rehberlik eden Samsa Çavuştur, Köse Mihal değil. Sonra Köse Mihal buranın kandine verilmesini istemiş olmalı. Samsa Çavuşun fazla istediğini düşünüp teklifini reddettiği Osman Bey onun ağzını kapatır cevabı kaynaklarda geçer. Köse Mihal besbelli Göl- Flanoz beyiyle kızkardeşi Zoe’yi evlendirerek akrabalık bağı kurmaya çalışmış. Sonra burası sonradan kendine verilmiş. Bunda hiç şüphem yok. (Ancak bunların yazıldığı Aşıkpaşazade tarihi 125-130 yıl sonra olduğu için, artık o topraklar Mihaloğullarının mülkü olduğu için Aşıkpaşazade oraya Harmankaya tabirini kullamıştır diye ilk talan akınına gidişin olduğu (1300 yılından önce) burasın Harmankaya kabul edilemez, sonradan aynı yer (Yeni)Harmankaya olmuştur. Bu bilgilerin Aşıkpaşazade Tarihinde yer almasının nedeni; 2. Murat döneminde hapisten çıkarılan Mihal oğlu Mehmet beyle Amasyadan dönerken buradan Bursaya geçen ,Yahşi Fakihten alıntı yaptığından olduğu açıktır.Bu konu kaynaklarda açıkça yazılıdır. Osman Bey zamanında artık Osman Beyin etrafına toplamış dört bir yandan gelen hepsi müslüman gaziler, gaza yapıyor ganimet alıyor. Köse Mihal hala Hristiyan olduğu halde, katıldığı savaşlardan Müslüman gaziler gibi ganimet alıyor. Gaziler arasındaki Müslüman olmayan tek kişi Köse Mihal’dir. Müslüman olmadığı halde gaza payı almasına gaziler karşı çıkıyor. Gazilerin homurdanması Osman Beye ulaşınca, nasıl oluyorsa birden (Osman Beyle Köse Mihal’in tertip yaptığı açıkça ballidir) Köse Mihal diğer gazilerin olduğu ortamda ortaya çıkıp ‘’ Hanım, dün gece peygamber efendimizi rüyamda gördüm. Beni Müslüman edin ‘’ diyebiliyor. Korkunç kurnaz ve diplomat ve savaş sanatı ustası o. Birlikte tertip yapılmasının nedeni Osman Beyin de ondan vazgeçme niyetinde olmamasındandır. Saf olmayalım. Olay çok basit. Aşıkpaşazade tarihinde bu bölümü bir okuyun. Gazileri susturmak ve inandırmak için Köse Mihal sünnet edilerek Müslüman yapılmış. Süslü sorguçlu uzun elbile giydirilmiş. Bu elbise sünnet kıyafeti değil mididir? Tasvir edilen sahne aynen böyledir. Çok sonra Orhan Bey zamanında kendine temlik edilen bu yerde yaşarken -ve kendini dine verip çıraklık yaparken- verilen gizli görevle gittiği Derbent’te ölüp gitmiş. Belki bu tertip oynanırken başka şeyler de kurgulandı mı? Bilmiyoruz. Köse Mihal Harmanköy’deki ‘’Çırağın Sarayı ‘’ isimli yer adı olmasına karşılık, Derbent’te ise ‘’Köse Kalfa’’ ismi var. Osmangazi ile Köse Mihalin ilişkileri önce arkadaşlık sonra metbu-tabi ilişkisidir. Kendine hizmet eden herkese ihsanda bulunan, yer temlik eden Osmangazi, Köse Mihal’e niçin hasis davransın?. Bu hayatın doğal akışına aykırıdır. Bilecik, İnhisar cıvarı (Sakarya ötesindeki Harmankaya denilen yer) kendine Osmangazi tarafından temlik edilmiş yerdir. Eski vatanı olan Harmankaya. (Kharman Kata, Dağın eteğinde yaşayan halk, dağlı anlamına gelir) Keles -Gelemiç ve Kozağacı köylerinin olduğu yerdir. Burası. Hammer’in ‘’Uludağın güneyinde Adranos’un (Orhaneli’nin) doğusunda müstahkem mevkii’’ diye tarif ettiği yerdir. Hammer en doğru tespiti yapmıştır bence. Çünkü Hammer Bizans kaynaklarına daha hakim, alıngaçları daha açık bir tarihçidir. Çok tarihçi var ama herkes Hammer, Halil İnalcık veya İlber Ortaylı değildir. Buranın yer olarak Harmancık ile hiç ilgisi yoktur. Her iki yer (eski ve yeni Harmankaya ) yeryüzü şekiller bakımından tıpkısının aynısıdır. Hayretten dona kalırsınız burayı görünce. Her iki yerin yeryüzü şekilleri yönünden benzerliği, burasının tesadüfen seçilmediğini gösterir. (Meraklılarına her iki yeri görmesini tavsiye ederim). Yeni vatanına yerleşmiş iken, tekrar kendi yetiştirdiği öğrencisi Orhangazi gizli görevle Köse Mihali Germiyan ucuna göreve gönderdi bence. Bu hayatın doğal akışına uygun ve her iki şahsın eski ilişkileri ile mütenasiptir. Görevi kıvırabilecek yetenekte bir kişi yaşlı da olsa Beyin vereceği göreve itiraz edemez. O günlerde Osmanlının başı Germiyanlı ile beladadır. Küçük güç, büyük güç ile ancak hile ile, tertip ile, gayri nizami harp tekniği ile gerilla harp teknikleri ile başedebilir. Burada gerilla olarak kullanılanlar, Köse Mihal gibi bir komutan ve İşık devişi olan buralı Alperenler ve Geyikli Baba gibi bir başka Alperen ve emrindeki dervişlerdir. Yerel işbirlikçi olmadan yabancı yerde başarı kazanma ihtimali az olur. O sürede gerek İnegöl yolunda gerekse Keles Yolundaki Kıranişıklar ve Seferiışıklar’da gerek İnegöl yolunda Gözede köyünde Işık (Kalenderi ) dervişleri tarafından Germiyanlı gözetlenmiştir. Bu konuda o kadar çok bilgi var ki. Orhan Bey ise düzenli birlikleriyle İznik’ fethetmenin peşindedir. Fakat Bursa tehlikededir. O günkü şartlarda Osmanlı ve Germiyanlı bugünkü Amerika ile ilişkiler gibidir. Büyük göcün karşısında dik duracak, gereğini yapacak ama son ana kadar tedbiri elden bırakmayacaksın. Ölen öldü gitti. O kaos ortamında Köse Mihal unutuldu gitti. Köse Mihal’in Harmanköy ve çevresinde hiç malı görünmüyor ama belirtilerini açıkladım. Mahmut Ragıp’ta Harmanköyde yatanın Köse Mihal olmadığından emin olduktan sonra önceleri kullandığı KÖSEMİHAL soyadından vazgeçip atası kabul ettiği Gazi Mihal Beyin adını almayı uygun bulup GAZİMİHAL soyadı ile hayatını sürdürmüştür. Çok yaklaştığı Köse Mihal düğümünün ucunu kaybetmiştir.
Mahmut Ragıp Gazimihal kimdir? Mahmut Ragıp 14 yaşında Istanbul’da ayakları kemik vereminden sakat evinde yatarken, Mihaloğullarından olduğunu bilen doktor babasının (Dr. Yusuf Ragıp Beyin) yönlendirmesiyle hasta çocuğunu meşgul etmek için (meşguliyet tedavisi amacıyla) soylarını araştırmaya yönlendirmiştir. Babanın çok zeki bir kişi olduğundan şüphe yoktur. (Yine bir başka doktor tarih sahnesindedir). Hasta çocoğunu hayata bağlamak için bildiği soyunu bularak çocuğunun ataları gibi güçlü karakter yapmak istemiş, arkadaş çevresinden olan kişilerin yardımıyla muhtemel yerler araştırılırken Harmancık Nahiye Müdürü olan Esat beye ulaşılmış ve hasta çocuk için özel mektup yazılmış. (Bu mektuplar, belge değil, hasta bir çocuğu oyalamak amacıyla yazılmış özel mektuplardır) O tarihte (1915 yılında) Merkezyeniköy ve Derbent, Harmancık’a değil, Tavşanlı’ya bağlı olduğundan doğrudan Merkezyeniköy’e yazılmıştır. Devir, Ormanlı devridir ve 1.Dünya Harbi zamanıdır) Eskiden kendi nahiyesine bağlı olan türbe ile bilgiyi Esat Bey özel mektupla istemiş belli ki. Belki oraya gitti. Bağlı oldukları Orhaneli Mihaller köyü de araştırılan köylerdendir. Yazışmada bu nedenle Tavşanlı kazasının adı geçmez. Mahmut Ragıp, Köse Mihal’in ve Mihaloğullarının peşinden çok koşmuş, bir çok mesafe katetmiş Yeniköylü bir kişinin israrla konuyu babasının hatırına kovalayan Harmancık Nahiye Müdürünün ısrarından bıkıp, dedenin adı Hasan demiştir. Bir deli bir kuyuya taş atmıştır(!) Mahmut Ragıp, Hasan Dede adını öğrenince Orhaneli ve Harmancıktan vazgeçmiş ama kırk akıllı kuyudaki (Hasan Dede) taşını çıkaramamıştır(!) Mahmut Ragıp isimli çocuğun lise yaşları da hastalıkla evde geçmiş , sonra dışarıdan liseyi bitirmiş, 1921-1927 yıllarında yurt dışına doktor babanın imkanlarıyla hem tedavi olsun hem vaktini dolu geçirsin diye yurt dışında müzik eğitimi aldırılmıştır. Türkiye’ye döndükten sonra 1935 yılında (35 yaşında iken) soyadı kanunu çıkınca Kösemihal soyadını alıp 1943 yılına kadar kullandıktan sonra İnhisar-Harmanköyde yatan kişinin Köse Mihal değil de Gazi Mihal Bey soyundan ve 16. Yüzyıldan sonra yaşayan bir Mihailoğlu olduğu kanısına varıp soyadını ‘’Gazimihal’’ olarak değiştirmiştir. Anlayana sadece bu gerçek dahi yeter. Harmanköy’de yatan kişinin Köse Mihal olmadığını kanıtlar. Mahmut Ragıp Gazimihal çocukken Kösemihal konusunda kandırıldıktan sonra yılmamış, 43 yaşına gelen Mahmut Ragıp’ın Harmanköydeki mezartaşları ilgili şu tespitleri yapıp bunları Uludağ dergisinde yayınlamıştır. ”14. Yüzyıla ait mezartaşı olsaydı , Selçuki tarzda mezartaşı olması gerekirdi. Harmanköy’de bulunan mezartaşları iki erkeğe ait ve 16. Yüzyıla ait olan kavuklu mezar taşlarıdır.” Buradaki kişi Köse Mihal kesinlikle değildir. Mezartaşları tarihin damgalarıdır. Bu kişi Gazi Mihal beyin soyundan biridir. Bundan çıkan sonuç : İnhisar- Harmanköyde yatan kişi kesinlikle Kösemihal değildir. Bu gerçeği eğip büküp kimse, Harmanköy’de yatan mezardaki kişinin Köse Mihal dolduğunu iddia ederek tarihi gerçekleri saptıramaz. Kimsenin buna hakkı yoktur. Bu güne kadar Köse Mihal’le ilgili üçüncü mezar yeri olduğunu bu güne kadar hiç kimse iddia edilmemiştir. Tek bir mazar yeri vardır, Tavşanlı Merkezyeniköy ve Derbent arasındaki mezar. Aradan yüzlerce yıl geçmiştir. Bin bir şekle girmiştir ancak Harmanköy’de olduğu gibi o zamanki Heterodoks Müslümanlık anlayışında, mürşit yol göstermezse müritlerin yolu bulamayacağı inancı vardır. Hala bu memlekette birey olamamış ve ancak mürşit peşinde gezince, mürşidin şefaatiyle (torpiliyle) öbür dünyada kendine uygun bir yer bulunacağı inancı vardır. Eskişehir Kültür ve Tabiat varlıkları Koruma Kurulu Kararına göre Köse Mihal türbesi, Tavşanlı –Derbent köyündedir. Birileri istese de istemese de, olmaması için çırpınsa da, da Kurul tarafından kültür varlığı olarak tescil edilmiştir. Akademik ünvanlı kişilerden oluşan bu kurul Derbent Köyü Muhtarlığını haklı bulmuştur. Önceden verdiği yanlış kararı düzelterek, bu türbenin Tapu ve Kadastro kayıtları doğrultusunda Derbent Köyünde olarak tescillemiştir. Bu konuda büyük çabalar sarfederek Köse Mihal’in mezarının İnhisar-Harmanköyde olmadığını ispatta çok büyük hizmeti geçen ve 13.12.1961 yılında (61 yaşında iken) Istanbulda ölen, kültür hayatımıza büyük hizmet sunan Müzikolog, Araştırmacı Mahmut Ragıp GAZİMİHAL’i ve onu ülkemize kazandıran babası Dr. Yusuf Ragıp Beyi saygı ve rahmetle anıyorum. Onlar olmasaydı bunu ispatlayamazdık.
Yörede yaşayanlar; Kahvede iskambil kağıdı oynayan Yeni köylü biri , köyün girişinde ezilen tavuğun sahibini arayan otomobil sürücüsüne ‘’ Sen bu tavuğu başka yerde ezmişsindir. Bizim köyde yassı tavuk olmaz’’deyip başından attığını iyi bilir. Yeni köy, yörenin en zeki ve kurnaz insanlarının yaşadığı bir köydür. Onların işine akıl sır ermez. Acizane bu yöreyi ve tarihini en iyi bilenlerdenim. Bu yörede içinde tek bir Hasan ismi olan mavkii adı vardır, Hasan Dayı mevkii. Hasan Dayı, Derbent’ten Tunçbilek’e giderken Gediği aşağı sallandığından itibaren başlayıp (1960 -1970 yılları cıvarında işçi servis araçlarının geçtiği eski güzergahtan) düze inildiği yerde biten mesafenin, yukarıdan aşağı üçte birlik bülümün olduğu yere yakın yerdir.
Tımar sistemi sırasında burada bir çiftlik bulunur (Kanımca Yarıçam çiftliği) Hasan Dayı , Gerileme döneminde açık artırma yoluyla peşin vergi toplama (iltizam) sistemine geçince Yörgüç taraflarına kadar çepe çevre bölgenin (17 pare köyün) mültezimine ait çiftliğinin Dayıbaşıdır. Çiftliğin kahyasıdır, adı oradan kalmadır. Burası sonraları bizim köyden mültezimlik, ağalık yapan(Derbentten) Cinni’lerin tarlaları, diye anılırdı. Çocukluğumuz, ağaların bu köylerde halka yaptığı zulümleri dinleyerek geçti. (Toygırı çiftliğinin sahibi Süleyman Yılmaz’a sorun. Atalarına yapılan zulmü anlatsın) Cinnilerin tarlaları denilen yer, erozyona uğramış ve çürümüş eski bağ kütükleri kalmış, sürülmeyen ve ekilmeyen halde bir yerdi. Ben burada çocukluğumda çok çobanlık yaptım. Şimdi bu yer GLİ sahasının içinde kalmıştır. Kısacası Hasan Dede yok burada, Hasan Dayı var. İltizam sistemi kalktı gitti ama halkın mültezimlerden çektikleri ve Hasan Dayı adı kaldı. Köylü kurnazlığı ile uydurulmuş bir şeye nasıl inanılır? Anlamak mümkün değil. Orada (Kösedede türbesinin olduğu yerde) iki yatır vardı çocukluğumda, aynı Harmanköyde olduğu gibi. Bu yatırlar Heteredoks İslam inancına sahip – mürit ve mürşit ilişkisi olan- iki kişinin yatırı. Bu gün hala mürit, mürşit ilişkisi malesef hala devam ediyor. Bu yazının konusu olmadığı için yazmadığım, ileride Köse Mihal ile ilgili bir tartışmaya sakladığım bazı şeyler var. Burada Köse Mihal adı bilinmez zannediyor birileri. Orta okul öğrencisi iken, G.L.İ servis aracında bir şey anlatılırken ilk kösemehel adını duydum. Kimler bunu biliyor? Çok uzun yıllar sonra bu konu ilgilisine ve orada bulunan bir başka yaşlı kişiye nasıl teyid ettirildi? Yeri ve zamanı gelince uygun zeminde açıklarım.
Germiyanlı seli aktı geçti. Roller değişti. Azametli Germiyanlı Osmanlıya zulmederken, metbu(tabi olan) haline düştü. Çavdar Tatarı nedeniyle alttan alan Osman Beyin yerine, 1. Murat, sonraları 2. Murat ve Fatih geldi. Derbentteki Işık (Aşık, Kalenderi) zaviyesi ilk dönemlerde hizmet gördü, sonra Derbent teşkilatları kuruldu. Zamanla onun da önemi azaldı Bir müddet daha Bursa’daki kadife dokumanın hammaddesi olan pamuk ve ipliğin Ege diyarlarından, Aydın’dan gelişinde geçiş yolu olarak kullanıldı .
Balkanlarda yeni fetihler sonrası Adriyatik Denizi kenarında bir çok liman fethedildi. Venedik ile bozulan ara düzeldi. Dubrovnik gibi yıllık sekiz milyon altın haraç veren yerlere ve yollara egemen olunca Halil İnalcık’a göre ; Istanbulun fethinden yüz yıl sonra (Tavşanlı –Derbent, Bursa ticaret yolu ile birlikte buradaki derbent teşkilatı) önemini yitirdi. Yanık Ormanınında ,Kuyualtı mevkiindeki eski derbentin olduğu yerdeki han virane oldu. Geçen zaman içinde ülkenin dirlik düzenliği bozuldu. Çevrede eşkiyalar yuvalandı. Derbent yeni yerine taşınarak yeni derbent kulesi yapıldı. Yeni yer, eski yerin eteğindedir. Etrafta başıboş gezen konar göçerler peyderpey buraya iskan edildi . Çevrede boş olan diğer yerlere de iskan yapılarak yeni köyler kuruldu. Artıranlar, Nusratlar, Dutlar vs. En geç iskanlar Abdülhamit döneminde yapılan Karakaya ve Hamitabad köyüne olmuştur.
31.05.1929 yılına ait, Derbent köy hudutnamesinde olan mevki adları ve ayrıca önem arzeden mevkiler şunlardır: (Çok yıpranmış ve eski usulle teksir etme yoluyla negatifi elde edilerek aslından çoğaltılmış bir nüshadır. Yer adlarındaki maddi yazım hataları danışılarak düzeltilmiştir)
Zeyfoluk tepesi, Beyazoluk tepesi, Karadin, Yabaneli, Killik gediği.(Ben buranın, Alethina isimli Bizans yerleşim yeri olduğuna inanıyorum. 2004 yılında yazdım. İlet adının, Alethina’dan galat olduğuna inanıyorum. Bir çok araştırmacı bunu uygun buldu. Beye’deki beyin, küçüğe ilet, büyüğe ilet saçmalığına inanmıyorum. Bu köy krokisinde Hasan Dayı da, Alethina olarak taralı alanın içindedir.
Kaya ardı, Kara oluk, Göç yolu, Yörük indiği (Derbent beklemesi), Karayüksek, Deve yokuşu, Darı deresi. (Karayüksek; Derbent, Nusratlar, Elma ağacı köylerinin kesişme noktasındadır. Şimdi orman içinde yüksek bir tepedir. Domaniç Dağlarından gelip Dağardı ve Gökçedağa giden yörük göç yolu buradan geçer. Bursa, Keles, Menteşe’den gel yol buradan Deve yokuşundan, Yanyoldan, Kuyualtına ve Köse Dedeye oradan Emet tarafına gider. Harmancık’tan gelip Tavşanlı’ya, Tavşanlı’dan Harmancık’a giderken buradan geçilir. Yunan işgal kuvvetleri Harmancık’tan veya Orhaneli-Ağaçhisar tarafından gelip, Karayüksek’ten geçerek Ağılca’dan Derbent’e veya Köse Dede’den Yeniköye’ ve Tavşanlı’ya geçmiştir)
Köse Dede Türbesi , Cingen yolu, Leylek bunarı, Eşme alanı, Derviş bunarı, İşık çamı. (Burası Merkezyeniköy ile Derbent arasında eşkiyadan kaçınca inilen ve yaşanılan görüşü açık bir arazidir)
Uzundere, İlkilidere, Yanık ,Kuyualtı, Boğaz. (Burası eski Derbent hanına yakın yerdir. Şimdi orman içindedir).
Başalan sırtları, Eskiköy, Çötmekli, Tümtüm dede, Kocaorman, Yığılı taş ormanı, Sarıtaş burnu. (Burası Alexios Kommenos’un; Orinas’tan //Saruhanlar kalesinden Alethin’ya, oradan Akrakos’a (Eğrigöz’e) geçtiği, Çelebi Mehmet’in İnegöl -Kurşunlu’dan ve Kınıktan gelip, Muzal Derbendinden Balıkesire giderken geçtiği yoldur.
Derbent Köyünün olduğu yer Osmanlı dönemi haritalarında; Emet kazası, Gökçedağ ve Dağardı kazası(nahiyesi), Orhaneli-Harmancık nahiyesi, Domaniç kazası(nahiyesi), Tavşanlı nahiyesinin sınırlarının kesiştiği bir noktadadır.
Osmanlı döneminde; Yabaneli, Karadin, Eşme alanı Tavşanlı nahiyesinin, Işıkçamı, Derviş pınarı, Köse Dede Türbesi Harmancık nahiyesinin, Eskiköy, Tümtümdede Domaniç kazasının hudutları içindedir.
Osmanlıda ilk tahrirler (sayımlar ) fetholunduğu veya ülkeye katıldığında yapılır. Örneğin Keles-Kozağacı köyleri Orhangazi döneminde Şeyh Edebali vakfı, Köprücek köyü Muradı Hüdavendigarın(1.Murat’ın) hassıdır, daha sonra Aslancık bey vakfı olmuştur. Aksiyomatik olgu metoduna göre; Ege diyarına giden ticaret yolu(Uluyol) üzerindeki Derbent’in Orhangazi döneminde bile -en azından- gelip geçen yolcuların emniyet, iaşe ve ibade hizmeti veren zaviye veya tekke olduğu apaçık ortadadır. Sonradan tekke olarak anılmıştır.Tekke ,büyük zaviye demektir. Aksiyomun ispata ihtiyacı yoktur. İlk sayımdan sonra devlet ihtiyaç duyduğunda ve padişah değiştiğinde tekrar ülkede sayım yapılır.
Osmanlı terminolojisinde yeni tahrir neticesinde hazırlanan deftere, defter-i cedit (yeni defter) denir. Bir öncekine defter-i atik, daha önceki defter-i köhne, ilk kaydın olduğu zaman ise ”kadim den beri’’ olarak olarak anılır.
Anadolu Beylerbeyliğinin (Merkezi Kütahya olan, Hüdavendigar Livası diye anılan Bursanın da bağlı olduğu Beylerbeyliğinin) ilk tahrirleri Fatih devrinde (1455-1458 yıllarında) yapılmıştır. Kanuni ve 2. Selim döneminde (1518 yılında) ise tüm ülkede tahrirler yapılmıştır. (Bunlardan başka birçok tahrir yapılmıştır ama konumuzun dışındadır)
Deneme 6: EŞEN DERBENDİ VE IŞIK DERBENDİNE DAİR
Tavşanlı Dergisinin 8. sayısında Eşen Derbendi ile ilgili yazıda özetle; ‘’Başbakanlık Osmanlı Arşivinde C. Nafia/2665 numarada kaydı bulunan 30 Ağustos 1735 tarihli yazıda, ‘’O zaman Harmancık’a bağlı, şimdi Tavşanlı’nın Eşen köyünde derbent olduğu anlaşılmaktadır’’ denilmektedir.
Derbent’li olup derbent teşkilatları konusunda emek vermiş biri olarak; Mevcut derbente dokuz km. mesafede, derbent teşkilatı yapmada çok ciddi bir devlet teşkilatı olan ve prosedür uygulayan Osmanlı Devletine haksızlık olur, kanaatindeyim. Bu belgenin aslı A4 kağıdı büyüklüğünde bir belgedir. Belgede; Harmancık Nahiyesi halkının ve naibinin şikayet dilekçesi, sırasıyla bağlı olduğu Hüdavendigar Sancağı, Anadolu Beylerbeyliği vasıtasıyla Sedarette ilgili makamlara gider. Orada ilgili defterlerin kontrolundan sonra Sadrazam adına yetkili defterdarlığn onayı ile mahalinde tetkikler istenir. Yaz tekrar aynı yolları sedaret makamına gider. Mahallinde yapılan incelemeden sonra uygunsa onayı verilirse aynı yolla ve tüm çevre nahiye naipleri bilgilendirilerek merkezi idare tarafından derbentçi tayini yapıldığı görülüyor. Herşey bir yana, onay için yerin tespitinde en yakın derbentin 35-40 km uzakta olması, olmazsa olmazıdır. Varlığı besbelli olan Derbent köyü varken, eski yol güzergahına 7-8 km mesafede kesişme yeri olmayan düz arazide bir başka derbent olamaz. (Uygulamalara aykırı)
Benim ve Av. Bennar Aydoğdu’nun 2018 yılındaki araştırmalarının sonucu şöyledir.
1. Bahis konusu C.Nafia /2665 sayılı yazıda geçen karye (köy), Eşen karyesi (köyü) değildir. Zira T:C: Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü kataloglarında bu belge için “Hüdavendigar sancağının, Harmancık Kazasının, Eşk karyesi reayasının derbendci tayinleri” hakkında yazılıdır. İlgili Genel Müdürlük uzman personeli bu belgeyi ‘’Eşen Karyesi ‘’ olarak değerlendirmemiştir. Osmanlıcada Eşk ve Işıkın aynı okunduğu malumunuzdur. Bu konuda yetkin bir kişi olan , Osmanlıca Yeminli Tercüman Hüseyin Delil ekteki belgede bu karyeyi (köyü) kesinlikle ”Karye-i Işık’’ olarak okumuş ve imzası ile tastiklemiştir. Uzmanlığı tartışılmayacak kişi olduğuna inanıyorum. Konu ile ilgili örnekler ekte sunulmuştur. Osmanlıca eğitimi alan okullardan mezun olan vasat bir öğrencinin ayırdedeceği gibi. Bu yazıda geçen köy Eşen olamaz. Herkes hata yapabilir bunda gocunacak bir şey yoktur. Ama konusunda uzmanların yapma ihtimali daha düşüktür. Neticede peygamber değiliz, hatasız kul olmaz. Çok çalışan hata yapabilir, çalışmayanın hatası olmaz zaten. Ben hatamızı kabul etmenin erdem olduğuna inananlardanım. Bu yazı 1735 yılında Harmancık Kazasına bağlı, Eşen karyesi (köyü) değil, Işık karyesi (köyü) ile ilgili bir yazıdır. Bu köy daha sonra tekrar Tavşanlıya bağlandığı için 1907 tarihli Hüdavendigar Vilayeti Salmamesinde veya 1933 tariinde Dahiliye Vekaletinin hazırladığı Köylerimiz de bulamazsınız. Elmaağacı ve Eşen karyelerini 166 Nolu Muhasebe-i Vilayeti Anadolu defterinde bulursunuz ama Eşme karyesini ancak 438 No’da görebilirsiniz. Bu basit bir muhakeme etme yoluyla anlaşılabilir.
2. AE.SAMD.III 128 12601 H-15.11.1133 (Miladi 31 Ağustos1721 ) tarihli arşiv belgesi açıklama bölümünde; ”Hüdavendigar sancağına bağlı Harmancık ve Domaniç kazaları ile Kütahya sancağı Dağardı kazası ve Tavşanlı nahiyesi arasında bulunan Karayüksük adlı dağın eşkiya yatağı olması ve etrafa korku salmaları sebebiyle Dergah-ı Ali müteferrikalarından Mehmed’in zeameti karyelerinden olan Eşme Karyesinden kaçan reayanın tekrar yerlerinde iskanı ve güvenliğin sağlanması ile söz konusu karyenin, derbent olarak kaydedildiğine dair hüküm” içerdiği bildirilmektedir.
Eşme karyesi 1530 tarihli Muhasebe-i Vilayeti Anadolu Defterinde sayfa 27. de Tımarha-i Züema ve Sipahiyan (Kütahiyye) bölümünde; Karye-i Eşme tabi-i mezbur (adı geçen Eşme Köyü) Hane 6, Mücerred 1, Hasıl 1522 olarak kayıtlıdır.
Yukarıdaki yazıda önceden Sedaret makamında, hazine-i amirede , mevkufat defterlerinde avarız hanelerine bölümündeki defterde Karayüksek dağının yakınındaki Eşme köyünün Degah-ı Ali müteferrikalarından Osman oğlu Mehmetin zeametlerinden iken, şimdi eşkıya yatağı olması nedeniyle insanların köylerini terkettikleri , şimdi zeamet kaydının olmadığı (kaldırıldığı) görülmüştür. Köylülerin defterli reaya olduğu ve köyden etrafa dağıldıkları, eski yerlerine döndürülüp avarız, nüzül ve tekalif vergisi gibi herkesten alınması padişah fermanı ile zorunlu vergileri ödemek şartıyla, başka vergi alınmadan derbentçi kaydedilmeleri fermanla istenen şartlar yerine getirildiği taktide defterdar tarafından izin verildiği bildirilmektedir.
Yukarıdaki paragrafta ve DERBENTE DAİR isimli yazıda görüldüğü gibi 1530 yılında Tavşanlı nahiyesine bağlı Eşme köyü, bugünkü Derbent köyü hudutları içinde bulunan Karayüksek tepesine yakın bir yerde bulunan ve halkı eşkıya istilasından, perişan olup dağılmış bir köydür. Bugünkü Derbent köyünde bulunan ‘’Eşme alanı mevkii’, bu köyün tarlalarının bulunduğu yer sonucuna varırız. Zaten buraya yakın Köme çam denilen, eskiden ulu çamların olduğu yer bu köyün eski mezarlığı kabul ediliyor. Çamların Efe lakaplı biri tarafından kesildiği ve kesilen çamların yıkılma sırasında birbirlerne sarılarak inlemeleri ile ilgili köyde birçok şey anlatılırdı.
1530 yılında Tavşanlı nahiyesine bu bağlı Eşme köyü halkının, 1721 yılında bulunduğu konum nedeniyle buradaki eşkiyalık hareketinden ötürü Anadolu Beylerbeyinin, Kütahya kadısı ile birlikte Harmancık, Dağardı ve Domaniç nahiyelerinin ortak dileği ile derbentçi yapılması istenmekle birlikte o sırada Tavşanlı veya Harmancık nahiyelerinden hangisine bağlı olduğu açık değildir. (Yazının konusu gereği buna lüzum duyulmadığı kanaatindeyim)
3. Yukarıdaki 1721 tarihli yazıdan on dört yıl sonraki 1735 tarihli yazıda, bugün Derbent köyündeki Eşme Alanı bunarı (pınarı) ile halen Merkezyeniköy hudutlarında içinde kalan Derviş bunarı(pınarı) ve Işık çamı mevkii arası birkaç yüz metredir. Yeni nesil Merkezyeniköylüler Işık çamını başka yerde olduğunu zannetse de doğru yer, Derviş bunarının ( pınarının) üst kısmındadır. Artık Işık köyünün 1735 yılında Harmancık’ bağlı olduğu açıkça bellidir.Işık dede uydurmadır.Onların dedesi Işık dede ve yol kardeşi Tümtüm Dededir. Merkezyeniköy’de mezarlığı içinde bir yer Işık dede, oradaki çamlara da ışık çamı uydurması yapılmıştır. Bir yazar -köyden birilerinin yönlendirmesiyle kasıtsız olarak kullandığına inanıyorum- bunu kullanmıştır. Tekrar konumuza dönersek, belge olarak sunulan 1721 ve 1735 tarihli iki yazı birlikte tetkik edildiğinde her iki yazının aynı yeri kast ettiği açıktır. Sadece geçen ondört yılda Karayüksekteki eşkiyalık önlenmiş olmalı ki buraya yarım saat mesafede bir başka yerdeki eşkıyalığın önlenmesi için buradaki derbentçiler görevlendirildiğinden ötürü Işık köyünün korumasız kaldığı, korumasız kalan Işık köyüne tekrar 1734 yılında derbentçi tayin edildiği açıkça anlaşılmaktadır. Karayüksekteki eşkiyalığın kısa sürede bitirilmesi hayatın doğal akışına uygundur. (Bu eşkiyalar, Arnavut İskender Bey gibi gibi devleti onlarca yıl meşgul edecek çapta kişler değildir.) Kanaatimce bu yıllarda Anadolu Vilayetine bağlı Kütahya ve Hüdavendigar sancağı sınırlarında ve ülkede bir çok yerde idari sınırlarda yeni düzenlemeler yapmıştır. Bu düzenlemelerin nedeni Balkanlarda kaybedilen geniş tarım toprakları nedeniyle halkın beslenebilmesinin sağlanması için, ülke içinde başıboş gezen konar göçerlerin yeni açılan tarım arazilerine zorunlu iskan edilmesi ve eski derbentlerin çevresinin bir iskan metodu olarak buraların şen ve abadan edilmesine devlet politikası olarak karar verilmesidir. Bu dönem, 3. Ahmet’in tahtan indirilip, 1. Mahmut’un tahta çıktığı miladi 1730-1734 yılları civarı olmalıdır. Kütahya sancağı doğal olarak kendi sancağına bağlı derbentçileri Tavşanlı yakınına, doğan ihtiyaç üzerine görevlendirmiştir. Görevlendirme yeri Tavşanlı-Kütahya arasındaki Gökam gediği (Kökem derbendi) yakınıdır. Zaten yazıda açıklanmıştır. Yeni sınır değişikliği nedeniyle Harmancık’a bağlanan Karayüksek civarında derbentçilerin olmaması nedeniyle miladi 1734 yılında burada derbent kurulup tekrar derbentçi görevlendirilse de, görevlendirilen derbentçilerin eşkiyanın çokluğu nedeniyle eşkiyalığı önleyemediği anlaşılmaktadır. Yazıda bu durum açıklanmıştır. Çevredeki halkın talebiyle bu kere ( adını eski ışık dervişlerinden alan) adı artık Işık Köyü olan bu köye miladi 1735 yılında yeni derbentçiler atanmıştır. Yüzlerce yıllık Osmanlı döneminde köy yerlerinin ve isimlerinin defalarca değişebilmesi bilinen ve olağan şeylerdir. Ben burayı 2003 yılında köylüm Balı Durak ile Kuyu altındaki eski derbent hanı yeri ile birlikte saha çalışmaları sırasında gördüm. Işık dervişleri (Aşıklar), Kalenderi dervişler demektir. Işık dervişlerini devamı Aşıklar halen Merkezyeniköydedir. Bu köyde geçmişte ve yakın zamanda bu özellikte ve Aşık veye deli lakabı olan kişiler vardır. Bu aksiyomdur, ispata gerek olmayan olgudur. Merkezyeniköy’de geçmişte yaşayan deli lakaplı, Allah dostu kişiler, eski Işık dervişlerinin soyundandır. Toplumda saygı görürler, bence de saygı değerdirler. Köse Dede soyunun devamı ise Derbent köyündedir. Saygı gören özel bir soy olmaları nedeniyle, başkaları gibi herkesle evlenme zorluğu yaşadığını değerlendirdiğim bu aile, dominant geçişli bir endokrin hastalıktan muzdarip olmalarından ötürü(diyabet hastalığı) erkeklerini çok erken kaybetmişlerdir. Bu durumu İki üç kişi dışında kimse köyde bilmez. Mediko-legal özellikte sır olması nedeniyle kimliklerini açıklamam. Hekimler hasta sırrını kimliğini ifşa edemezler. Kendilerine kahyalık(hizmet eden) aile içinde adeta unutulup gitmişlerdir. O günlerin anısına sadece Dede bunarı (pınarı ) adı yaşamaktadır, Derbent köyünde. Eşme karyesi ve Işık karyesi aynı kaderi paylaşan, birbirine 300-400 mesafede bulunan yerdedir. 1730 yılından sonraki iskanlar sırasında çevrede bir çok köy yerleri ve sınırları yeni şartlara göre değişmiştir. Bir çok yeni köy kurulmuştur. Bu değişimlerden bir tanesi Eskiköyün ilerisinde, Tümtüm dedenin bulunduğu eski köydür. Kanımca Bozbelen-i Diğer karyesidir, Buradan kalkmış halkın bir kısmı önce Sorkun boğazına bilahare şimdiki yerine gelip Işık köyünün bazı haneleri ile ve Ören(Viran) köyünün bir kısmı ile birleşerek yeni bir köy kurdurulmuştur. Merkezyeniköy böylece kurulmuştur. Bulgular bunu göstermektedir. Köy halkı kısmen bunun farkındadır. Köyden bazı kişilerin kurduğu web sitesinde bunu gördüğümü hatırlıyorum Tutlar (Dutlar), Artıranlar, Nusratlar bu tarihlerde kurulan köylerdir. Bozbelen-i Diğer bu tarihten sonra kaybolup gitmiştir.
Birbirleri arasında sorun var zannedilen Derbent ve Merkezyeniköy halkınıın bir çoğu birbirlerini içten sever. Şenlikler sırasında bizzat bunu yaşadım. Yüzlerce yıl iki köy geçmişten gelen birlikte yaşama, birlikte yolcu doyurma geleneğinin genetik mirasını birlikte taşırlar. Eşme veya Işık köyünün halkının eski yerine iskanı istendiği halde bu yere taşınamayıp, şimdiki köy yerine iskan edilmişlerdir. Burada yeni iskan olunan yerde derbent kulesi kurulmuş ve bir iskan metodu olarak Derbent köyü çevredeki başıboş dolaşan konar göçerlerlerin iskanıyla tarıma açılmış, orijinal tabiri ile burası şen ve abadan olmuştur. Yeni yere niçin taşınmak zorunda kalınmıştır, belgesi yoktur. Ancak halk söylencelerine göre eski köyün olduğu yer çevresi ile yanmıştır, veya yakılmıştır. Buraya, Yanık denir. Derbentliler buradan bir çırpı ( kuru dal kırığı ) dahi almaz. Uğursuzluk sayar ama Merkezyeniköylülerin bir kısmının buna uymadığı söylenir. 80-90 yıl önce oradan tomruk kesip Karataş mevkiinde eski tarz iskele kurar, tahta diler, odun yaparlarmış. Kuyualtındaki hanın olduğu eski köy yerini eşkiyalar mı yaktı bilinmiyor. Fakat Derbent köylülerinin bir kısmının Yanık ile başı hoş değildir. Oradan ürker ve uzak durur. Bunlar Aşağı Mahallanin insanlarıdır, genellikle Yukarı Mahallenin ve Öte Mahalle denilen köyün kuzeyinde yerleşen kesimin köye sonradan taşınanlarının buna pek aldırmadığı bilinir. Öte Mahalleye, Aşağı Mahallenin dolması nedeniyle yerleşenlerin yine Yanık ile başı hoş değildir.
Karayüksek tepesi çevresi ve Yörük indiği denilen yere yakın yerde (Tas kaldırımlarda) çocukluğumda; Yörüklerin altın tas içinde bunarın(pınarın) dibine altın sarı lira sakladığı, tekrar oraya geldiğinde ‘’tası kaldıramın’’ dediklerinde, içindeki altınlarla birlikte tasın çalındığı anlatılırdı. Bunu 2003 yılında Balı Durak sahada anlatmıştır(Bana göre uydurma bir söylence). Buraya çok yakın yerde ‘’Deve yokuşu’’ denilen bir yer vardır. Bizde hiç deve yoktur, buradaki yörük göç yolundan geçen konargöçerler ekseriyetle at kullanan Karakeçililerdendir. (Karakeçililer deve kullanmazlar). Deve yokuşu isminin tarihi ticaret yolunun kalıntısı, tas kaldırım isminin ise eski Roma yollarından kalan taş kaldırım yol kalıntılarıdan kaldığına inanıyorum. Yakın çevrede Roma yolu kalıntılarının Emet ve Elma çukurunda olduğu biliniyor. Burada yapılacak yüzey araştırmaları ile eski yol bulgularına rastlanama ihtimali büyüktür.
4. 1735 tarihli Işık Karyesi ile ilgili yazının aslında ve Osmanlıcasından Latin harflerine çevirisinde görüldüğü gibi ” …Işık nam karye kadimden derbent bulunup…’’ ibaresi mevcuttur. Bu ibare, Kuyualtı mevkiindeki derbent hanının kuruluşunun Osmanlıdaki ilk derbent kayıtlarının görüldüğü 2. Murat dönemine vardığına şüphe yoktur. Yakın çevrede Kozağacının Orhan Bey Döneminde Şeyh Edebali vakfına ait olması, Köprücek köyünün 1.Murat hassı olduğu göz önünde bulundurulursa; Derbent’teki ticaret yolunda gelip geçen yolcuların iaşe, ibade ve emniyetinin sağlandığı bir zaviye olarak bu yerin Orhan Bey döneminde, Osmanlı idaresine bağlı olarak kurulduğuna şüphe yoktur. Orhaneli’nin (Adranos’un) 1325 yılı sonunda fethedilmesi ile Orhaneli’ne bağlı burasının fethedildiği 1325 yılı ile, İznik’in kuşatıldığı 1330 yılları arasında Derbent köy sınırları içinde Kösedede Türbesinin olduğu yerde, Bursa- İzmir ticeret yolu üzerinde kurulduğunu kabul etmemiz gerekir. Sonuç olarak Orhaneli’ne bağlı olarak kurulan bu yer önce zaviye olarak kurulduğunu kabul etmek gerekir. Bizler Kuruluş törenlerimizde 1325 yılını kuruluşumuz olarak kabul ederek kutluyoruz. Burası Germiyanlı seli geçtikten sonra Orhan Bey döneminde gelip geçen yolculara hizmet verirken 2. Murat döneminde derbent teşkilatı kurulunca, derbent teşkilatı olarak hizmet vermeye devam ettmiştir. Balkanlardaki yeni fethedilen yerlerden, yeni başkent İstanbul’a kısa yoldan ulaşılınca, burasının önemi kaybolmuştur. Kanuni döneminde Tavşanlı nahiyesine bağlı Eşme köyü ismiyle zeamet iken, tımar sisteminin önemini yitirmesinden sonra ve Gerileme dönemindeki Celali isyanları sırasında ülke içinde dirlik düzenliğin bozulduğu 1721 yıllarında halkın buradaki Karayüksek tepesinde yuvalanan eşkiyalar nedeniyle etrafa dağıldığı belgelerle ispatlanmıştır. Bu zamana kadar Eşme köyü iken 1730 yılından sonra, Işık köyü adıyla Harmancık nahiyesine bağlanmıştır 1734 yılına kadar dirlik düzenliği bozuk olan köy tekrar şimdiki yerinde devletin yeni politikası gereği yeni bir iskan metodu olarak Derbent teşkilatı kurulmuş ve ülke genelinde olduğu gibi etrafındaki başı boş konar göçenlerin de buraya iskan edilmesi ile köy son yerinde kurulmuştur. Tanzimatın ilanı olan 1839 yılına kadar derbent teşkilatı ülke genelinde devam etse de yaptıkları görev iç güvenlik teşkilatı olan Zaptiye Teşkilatına devredilmiştir. Derbent köyünün 1834 yılndaki nüfus sayımlarında tekrar Tavşanlıya, Derbent karyesi (köyü ) adıyla bağlı olduğu bilinmektedir.
Kaynaklar:
Ek 1 : Derbent köy hudurnamesi esas alınarak köydeki önemli yerlerin işaretlendiği kroki.( Bu yazılarda geçen yerlerin adındaki maddi yazım hataları doğrusuyla tashih edilmiştir)
Ek 2 : Muhasebe-i Vilayeti Anadolu Defteri ( Yıl :1530 No : 438) Sayfa :27 aslının fotokopisi
(27. sayfanın 6. sırasının sağdan 1. olan yazı Eşme Karyesinin kaydıdır)
Ek 3 : Ek 2 ‘nin Sayfa:27 ‘nin Latin harfleriyle çevrilmiş halinin fotokopisi.
Ek 4 : AE.SAMD.III – 128 -12601 H.- 15.11.1133(Miladi 1721 ) tarihli evrakın katolog fotokopisi
Ek 5 : Ek 4’teki Hicri 1133 (Miladi 1721 ) tarihli 12601 No.lu Eşme karyesine ait belge fotokopisi
Ek 6 : Ek 4 ve Ek 5 te geçen 12601 No.lı belgenin Latin harfleri ile çeviri fotokopisi
Ek 7: Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğüne ait C..NF -54-2665 Nolu Harmancık kazasının Eşk (Işık) karyesine derbentçi tayinleri yazsının katolog fotokopisi (H.-1148 M.-1735 tarihli)
Ek 8: Harmancık kazası Işık karyesine ait (H.-1148 M.- 1735) tarihli yazının aslının fotokopisi
Ek 9-a ve Ek 9-b: Harmancık kazası Işık karyesi ile ilgili C..NF-54-2665 sayılı belgenin Harmancıktan, Hüdavendigar (Bursa ), Anadolu Beylerbeyliği (Kütahya), Payitahtta (İstanbul) Deftedar (Sadrazam ve Sultan adına) gidiş ve dönüşteki işlemleri gösteren ,kadimden bu karyenin derbent bulunduğunun bildiren Osmanlıca Yeminli Tercüman Hüseyin Delil Tasdikli belge fotokopisi (2 sayfa) Not: Hicri 1147 yılında başlayan işlem Hicri: 1148 yılında ( Miladi . 31. Temmuz 1735) tamamlanmıştır.
Ek 10: Osmanlıca Işık yazılışı örnekleri
Ekler aşağıdadır.